Karşımda yılların gazetecisi, Ekohaber'in kurucusu, sahibi, emekçisi, ağır işçisi koca çınar Tahsin Ardıç...
Benim içinse mesleğe adımımı attığım günden bu yana hiç değişmeyen adıyla Tahsin Abi...
Yılların derken, en ufak bir mübalağa yok. Dile kolay, meslekteki tam 40. yılını kutluyor Tahsin Abi.
Zaten tam 21 yıl sonra karşısına yine bir röportaj talebiyle çıkmamın sebebi de işte bu 40 yıl...
Bu arada, gazetecinin gazeteciyle röportajı bir başka oluyor. Konu bam teli meselelere gelince, aynı anda gözleri dolabiliyor insanın. Ya da sesler karşılıklı olarak aynı anda titreyebiliyor.
O'nun, "ben hiç patron olmadım. Ben gazeteciyim. Çalışan gazeteciyim" derken ne demek istediğini...
Mesleğe girdiği yıllardaki zorlukları, imkansızlıkları anlatırken ne denli gerçek olduğunu...
Haftada bir iki akşam kendi kendisiyle gittiği yemekte, kendi kendisiyle rakı içerken, kendisiyle nasıl dertleştiğini... Kendisinden başka bir Allah'ın kuluna anlatamayacağı endişelerini, hayallerini, umutlarını...
Öyle tereddütsüz, öyle gönülden biliyorum ki...
Yıllar önce, gazetesine hem de epey yüklü bir teklif ile talip olan sanayici arkadaşına, "hayır!" derkenki ruh halihi...
"O benim aşkım" dediği Ekohaber'i satmış olması halinde gerçekten de yaşamak için sebep bulamayacağını...
Tüm söylediklerinin dibine kadar gerçek olduğunu ve samimiyetle anlatıldığını bilince insan, yaptığı söyleşi de başka bir boyuta geçiyor.
Ve sohbet sırasında ortaya çıkan aramızdaki o kocaman fark nedeniyle de, karşındaki meslek büyüğüne olan saygın bir kat daha bir yoğunlaşıyor.
Ben ve çoğu muadilimin aksine, Tahsin Abi asla pes etmeyi, havlu atmayı, günün birinde bir sahil kasabasına sığınmayı düşünmüyor.
Hasılı gitmeyi hiç hayal etmiyor.
Tek hayali, yaşadığı sürece gazetecilik yapmak ve gerçek bir Bursa markası haline getirdiği gazetesi Ekohaber'i yaşatmak.
Tam da bu noktada öyle güzel söylüyor ki: "Maratoncuyum ben. Pes etmem! Uzun soluklu koşarım."
Sen hiç pes etme Tahsin Abi...
Uzun soluklu koşun ve "Aşkım" dediğin gazeten Ekohaber daim olsun.
Başarılarla dolu nice 40 Yıllara...
Özlem Buğday Yağmur'un Röportajı...
"Haftada bir iki gün akşam kendimle yemeğe giderim. Dinlerim, yorumlarım. İki duble de rakı içerim. Yine öyle kendimle yediğim bir yemekte dedim ki kendime,'bu markayı buraya getirdin. Bursa sahiplendi. İş dünyası zaten kendi malı gibi görüyor. Kendi ürünü, kendi gazetesi gibi görüyor. Basın dünyasında pek çok kişi, hatta bana kızanlar da sahipleniyor, seviyor. Böyle bir markayı yaratmışsın; böyle bir markayı büyütmüşsün, bu noktaya getirmişsin. Böyle bir markayı bir tık değil, dörtte bir tık bile aşağı çekmek gibi bir ihtimalin yok.'"
* Tahsin Abi, tam 21 yıl önce yaptığımız röportajda senin bir ifadeni alıp başlığa koymuştum. O zaman sen bana, "haberle parayı birleştirmeye çalışıyorum" demiştin. Aradan çoook uzun yıllar geçti. Şimdi soruyorum. Haberle para birleşti mi?
Evet, o çok doğru ve önemli bir başlıktı. O günden sonra genç meslektaşlarımıza da hep referans olarak gösteriyorum. Diyorum ki, "Özlem'in 21 sene önce yaptığı röportajda beni yakaladığı bir şey var. O çok doğru. Bu işe girecekseniz, diyelim ki bir dergi çıkaracaksanız, sizin de haberle parayı birleştirmeniz lazım. Birleştirmezsen bu yayın yürümez."
* Peki meslekteki 40. yılını kutlayan Tahsin Ardıç ve Ekohaber açısından baktığımızda son durum nedir? Haberle para birleşti mi, yoksa hala hasretler mi birbirlerine?
Hala yaşama savaşı verdiğimize göre, birleştirememişiz. Aslında bu konuda söylenecek çok şey var Özlem. O zaman da anlatmıştım. Bursa Gazeteciler Cemiyeti Başkanısın. Altında son model otomobilin var. Bir yaşam tarzın var. O zaman bizim bu sektöre girmek o kadar zor ki... Hayattaki tüm kazandıklarını koyuyorsun; bir dört katı kadar da borçlanıyorsun. Diyorsun ki, "benim bir idealim var. Aşkım var. Ben bunu gerçekleştireceğim." Ben bugün hala öyle diyorum. Ekohaber benim aşkım. Ben burada aşk yaşıyorum. En önemlisi de, markamız Ekohaber önemli bir noktada.
* Gerçek ve önemli bir marka.
Bursa'nın markası oldu. Ancak ben çok yoruldum. Geldiğim noktada ekonomik olarak baktığımda bir şeyim yok. O günden, başladığım günden daha aşağıdayım. Ama güç olarak baktığımda, kendime güven konusunda baktığımda çok yukarıdayım. Para kazanan arkadaşlarım var. Çok para kazanan arkadaşlarım var ama yaptığım işe inanılmaz saygı duyuyorlar.
* Gazetecilik marazi bir aşırı sevgi işi. Ben mesleği hep böyle gördüm.
Hem de çok!
* Sağlıklı bir durum değil?
Kesinlikle değil. Müptelası oluyorsun bu işin. 38 yaşında meslekten emekli olmuşsun. Ne yaparsın ondan sonra? Sürekli düşünüyor insan. Ne yaparım ki? Başka ne yaparım?..
* Bundan sonra nasıl para kazanırım, nasıl geçinirim değil. Gazetecilik yapmazsam ya da yapmayacaksam, bundan sonra nasıl yaşarım?
Çok doğru bir tarif. Aynen öyle hissediyor insan.
* Yaşamak için en önemli sebebi bitmiş gibi?..
Kesinlikle. Gazetecilik benim için bir yaşam biçimi. Aşkım. Benim çocuklarım da hep der. Kardeşimiz diye bakarlar. "Ekohaber bizim kardeşimiz." Bu mantıkla baktığında, bu dünya görüşünde olduğunda işini zaten seviyorsun. Ben çok seviyorum. Bu sabah saat sekizde buradaydım. Ne yaptım geldim de? Gazeteleri okudum, maillere baktım. Arkadaşlarla geyik yaptım. Dolar muhabbeti falan yaptık. Saat tam sekizde buradaydım. Saat on birde de gelebilirdim. Ama insan biran önce işime gideyim diye hissediyor.
* Hani o da ayrı bir marazlı durum olan habercilik refleksi vardır. O an dünya yansa ilk aklına gelen şey onu haber yapmak olur ya. Hala yaşıyor musun bunu?
Çok... Her dakika uyarıyorum arkadaşları. Buradan seslenir dururum. Hiç iç hattan falan aramam. "Şuna da bakın, şu karar alınmış; ona da bakın" der dururum. Bizim arkadaşların kurduğu, çalışanların içinde olduğu Whatsapp grubu var. Gece saat on ikide ya da birde sosyal medyayı tararım. Ne var ne yok bakarım. Özellikle bizim işimizle ilgili, ekonomi ile ilgili yapılan açıklama varsa, hemen çekerim fotoğrafı Whatsapp grubuna atarım. Gecenin birinde hatta ikisinde... Belki kızıyor arkadaşlar bana ama atarım.
* Hiç, "buraya kadar" deyip, pes etmeye yaklaştığın zamanların oldu mu?
Sen bunu 21 yıl önce de sormuştun.
* Sormuşumdur.
Sana bir şey itiraf edeyim mi? O zaman kasıtlı olarak böyle bir söylenti dolaştırıyorlardı ortalıkta. Gazeteyi kurdu ama dayanamayacak, kapatacak diye. İçimden geçirmiştim, "sorduruyorlar Özlem'e. Gazeteyi kapatacak mı, yürütebilecek mi acaba diye sorduruyorlar!"
* Aşk olsun Tahsin Abi! Ben ve sipariş, kurgu soru?..
O günün ambiyansı oydu ama. Ne zaman kapatacak, yürüyecek mi, yürümeyecek mi? Sen de sıkı kulisçisin ya.
* Günahım alınmış!
O günlerde, hatta ondan sonraki bir iki yıl süresince bile bunun muhabbetini yapıyorlardı. Gazetenin birinci yılında çok zor götürüyordum her şeyi. Bıkkınlığın da gelmeye başladığı bir gündü. Telefonum çaldı, Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi'nden sanayici bir arkadaşım, çocukluk arkadaşım, "seni ziyarete gelmek istiyorum" dedi. "Buyurun" dedim geldiler. Sohbet ediyoruz. Dedi ki, "bu yılki Meslek Ödülü'nü kulüp olarak sana vereceğiz." Yıl 97... Yaşam şevki oldu o benim için.
* Motive etti seni.
Motive etti. Ardından Tayfun Çavuşoğlu aradı. ÇGD'nin başkanı o sıralarda Tayfun. Dedi ki, "Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin Basın Teşvik Ödülü'nü sana verme kararı aldık." Bakın burada durur o ödül de. Gözüm gibi saklarım. Benim için çok önemlidir. Bir de düşün ki ben cemiyetçiyim, çağdaşçı değilim, böyle bir ödül alıyorum. İşte o dönemde aldığım iki tane ödül bana gaz verdi. Beni çalıştırttı. Daha yoğunlaşmamı sağladı. Bunlar çok önemli ödüller. Çağdaş vermez öyle kolay kolay. Hele ki bana?.. cemiyet kökenli, çağdaşa karşı olmuş vakt-i zamanında...
* Sonra ne yaptın? Bu ödüller geldi ve dedin ki "Bir dakika! Bu şarkı burada bitmez."
Aynen. Yola devam, mücadeleye devam dedim. Onlar bir kamçı oldu.
* Ve bir daha da hiç bezmeden çalıştın?..
Olur mu bizim meslekte? Mümkün mü?.. Aradan 21 yıl geçti ve bundan 6 ay kadar önce yeniden bir bıkkınlık oluştu. Biliyorsun, Türkiye çok zor şartlardan geçiyor. İşimizi zor döndürüyoruz. Hakikaten zor döndürüyoruz. Ekohaber önemli bir marka ve biz onun altında ezilmeye başladık. Piyasalar çok kötü. Ekonomi çok kötü!
* Ve fakat, buna rağmen pez etmezsin sen.
Etmem tabi. Tekrar mücadele kararı aldık.
* İşte bu. Tahsin Abi, yaş meselesine girelim mi? Bu mücadeleci gazeteci kaç yaşında? Okur bilsin mi?
No comment!
* O zaman şöyle diyoruz. Gencecik yaşında bir kez daha mücadele kararı aldın?..
Aynen... Gencecik yaşımda tekrar mücadele etmeye karar verdim. Ben zaman zaman kendimi dinlerim. Haftada bir iki gün akşam kendimle yemeğe giderim. Dinlerim, yorumlarım. İki duble de rakı içerim. Yine öyle kendimle yediğim bir yemekte dedim ki kendime, "bu markayı buraya getirdim. Bursa sahiplendi. İş dünyası zaten kendi malı gibi görüyor. Kendi ürünü, kendi gazetesi gibi görüyor. Basın dünyasında pek çok kişi, hatta bana kızanlar da sahipleniyor, seviyor. Böyle bir markayı yaratmışsın; böyle bir markayı büyütmüşsün, bu noktaya getirmişsin. Böyle bir markayı bir tık değil, dörtte bir tık bile aşağı çekmek gibi bir ihtimalin yok. Bu senin olayın değil. Ailenin olayı da değil. O nedenle daha ileriye götürmek için planlarını programlarını yap diye kendime öğüt verdim. Onları da yaptık. Bu ay da harekete geçirmeye başladık. Yeni bir organizasyonla, tekrardan ilavelerimizle, çok daha fazla çalışarak bu süreci yürütüyoruz. Maratoncuyum ben. Pes etmem. Uzun soluklu koşarım.
* Şu an karşımda bir gazete patronu mu var, yoksa gazeteci mi?
Ben gazeteciyim. 40 yıl geçse de ben çalışan gazeteciyim. Patron olmadım hiç bir zaman bu işte. Şu gazetede gelmiş geçmiş herkes çalıştı. Biliyorsun sen. Hiç kimse beni patron olarak görmez. Abi, arkadaş falan. Ama işimi iyi biliyorum. Onun için de itiraz etmiyorlar.
İsmail Öztat'tan Yediğim Kazığı Hiç Unutmadım
"Bir gün, İsmail Öztat, Mümin Çotak, Ahmet Emin adliyenin önünde duruyor. Ben de gittim yanlarına. İsmail Öztat, "cinayet varmış oradan geldik." Dedi."İsmail Abi hayırdır?" Diye sordum. "Kestel'de cinayet vardı oradan geldik" dedi. Halimi görsen, bir kopartırsın. O zamanlar Kestel minibüsleri Yıldırım'dan kalkıyor. Koşa koşa gittim.minibüse bindim,Kestel'e gittim. Cinayet minayet yok. Geri döndüm geldim ama akşam oldu. O zamanlar Kestel uzak yer. Gidip gelmen akşamı buluyor. Minibüs dolacak da, kalkacak da gideceksin. O yüzdenmeslekte İsmail Öztat'tan yediğim bu kazığı hiç unutmam."
* Gazeteciliğe nasıl başladın? Hatta şöyle sorayım. Bu derde nasıl düştün?
Benim gazeteciliğe başlamam çok enteresan. Kemal Demirel benim çocukluk arkadaşım.
* CHP Bursa eski milletvekili Kemal Demirel.
Evet. Onlar Çakırhamam'ın üstünde oturuyorlardı. Kemal'in babası polisti o zamanlar. Kemal'le biz iyi arkadaşız, mahalle arkadaşıyız. Bir gün Kemal dedi ki, "sen çok güzel fotoğraf çekiyorsun; fotoğrafçılığın çok iyi. Gazeteci olsana?"
* Güzel fotoğraf çektiğin için?
İtiraz ettim tabi. "Öyle gazeteci mi olunur?" Dedim. "Yetiştirirler seni" dedi. Aldı beni Rahmetli Necati Akgün'e götürdü. Necati Abi'nin de Bursa'nın Sesi Gazetesi var. Yıl 1976... 76'nın Eylül ayının sonu falan. Necati Abi baktı. "Gazete okur musun?" Diye sordu. Ben de, "bir yerde gördüğüm zaman falan okurum" dedim.
* Yalnız yanıt hakikaten çok samimi olmuş.
Bunun üzerine beni Yücel Akgün'e teslim etti. Yücel de öğrenci o zaman Uludağ Üniversitesi'nde. Akşamları okuldan sonra geliyor. Yücel bana bir kaç şey söyledi. "Adliyede ufak boylu biri var, onun peşinden ayrılma. Vilayete, adliyeye, polise gider o. Bir de, uzun boylu biri var Belediye'de. Onları takip etsen öğrenirsin işi." Ben tabi onları takip etmeye başladım. Bunlar baktılar ki kurtuluş yok benden. Yardım etmeye başladılar. Biri Rahmetli Kahraman Abi. Kahraman Atılgan. Uzun boylu dediği de Ahmet Emin Yılmaz. Ahmet Emin de aslında benden kısa bir süre önce başlamış. Hani askerde vardır ya, bir gün önce gelen komutan olur. Ahmet Emin de altı ay önce başlamış. Yol yordam öğrenmiş. Ben de onun peşinden koşuyorum. Böyle başladık.
* En zor zamanlar...
Tabi... Her şeyin muhabiriyiz. Merinos Sahası'na gideriz. Amatör maçı takip ederiz. Belediyeye gideriz, meclisi takip ederiz. Polise gideriz, cinayet haberi takip ederiz. Adliyede duruşma takip ederiz. Hastanede hastane haberlerini yaparız. Defileye gideriz, defile takip ederiz. Yetmez, kendimize hava olsun diye, akşamları Bursa'ya gelen sanatçıları da takip ederiz.
* Yok artık! Magazin muhabirliği de yaptın mı Tahsin Abi?
Yani öyle yaptık magazin muhabirliğini. Gönüllü diyelim biz. O zamanlar Taylan Gazinosu vardı. Fazlaca sanatçı getirirdi. Onlara da gidiyorduk.
* Sonra...
Sonra 12 Eylül oldu. Biz meslekte bir noktaya gelmişiz artık. Yanılmıyorsam, 81 yılının sonunda Doğru Hakimiyet'e geçtim. Transfer oldum ben.
* O zamanlar transfer vardı tabi?
Vardı. Bursa'nın Sesi'nden aldığımın iki katı maaşla geçtim. Yeni evliyim. Düğün borçlarımız falan filan işte. Doğru Hakimiyet çok iyiydi. Ahmet Emin askere gitmişti.
* Fırsattan istifade?
Evet, fırsattan istifade. Orada sekiz ya da on ay çalıştım. Ama bu arada hakikaten çok iyiyim. Her gün manşetteyim. Haber atlatıyorum. Yılmaz İşel Türk Haberler Ajansı'nın o dönemlerdeki bölge müdürü. Yılmaz abi dedi ki, "gel patlatalım Bursa'yı, Türkiye'yi! Sen çok iyisin." Aldığım maaşı söyledim. "Gel, ben iki katını ayarlayacağım" dedi. Oradan da öyle bir transfer yaptık.
* Maaş kısa sürede dörte katlandı.
Evet. Türk Haberler Ajansı o dönemlerde Anadolu Ajansı'ndan çok büyük bir ajans. Reuters'ından tut, Ajans Press'ine kadar her yere servis yapıyor. Türkiye'deki bütün gazetelere servis yapıyor. O kadar büyük bir keyif ki, akşam televizyonda dinliyorsun yazdığın haberi. Radyoda dinliyorsun. Ertesi gün bütün gazetelerde görüyorsun. Türk Haberler Ajansı'nda inanılmaz başarılı olduk. Yerel gazeteler de üye tabi ajansa. Bursa Hakimiyet manşetini senden alıyor. Düşünebiliyor musun? Bursa Hakimiyet, o dönemde muhabiri var ama manşeti senden alıyor.
* Mesleki rekabetin fena olduğu zamanlar?
Kısa bir şey anlatayım sana. Haber atlatmanın ne kadar önemli olduğunu ama insanların birbirine karşı ne kadar da naif davrandığını anlatacağım. Ahmet Emin Doğru Hakimiyet'te, ben Bursa'nın Sesi'ndeyim. Ben Ahmet Emin'e atlatmışım adliye ya da polise haberini, manşet vermişiz. Ahmet Emin gazetede laf işitmiş. Ama biz her gün sözleştiğimiz gibi Vilayetin önünde buluşuyoruz. İkimiz cebimizden paraları çıkarıyoruz. İki simit, bir çay... Ancak onu alabiliyoruz. Şahane bir öğle yemeği bize. İki simit, bir çay. O bile yeter. Karnımızı doyuruyoruz. Birbirimize sormuyoruz: "Sen niye bana tüyo vermedin? Niye atlattın beni?" Demiyoruz. Ertesi gün Ahmet Emin beni atlatmış, ben yemişim fırçayı. Ama Ahmet Emin'e sitem yok. Saygı duyuyoruz birbirimize, ama birbirimize haber atlatmak için de neler yapıyoruz. Türk Haber Ajansı'nda başarılı oldum. Aşırı başarılı oldum. Yılmaz Abi'den (Yılmaz İşel) Allah razı olsun. Çok şey öğrendim. Habercilik, haber yazımı anlamında çok şey öğrendim. Büyük havalarla geldim Türk Haber Ajansı'na ama bir işçi olduğumu gördüm. Benim yazdığım haberi Yılmaz Abi düzenliyordu. Çok değişik çıkıyordu haberler. Baktım Yılmaz Abi yeniden düzenliyor, kendimi adapte ettim ona. Bir yıl sonraydı. Osman Saffet, Dünya Gazetesi'nin başında. Türk Haberler'in de haber müdürü. O arayıp dedi ki, "Ajansın Trabzon Bölge Müdürlüğü boşaldı, gider misin?" Ben daha yeni evliyim. Yaptığım delilikti ama kabul ettim gittik. Oğlum Trabzon doğumludur benim. İki yıldan fazla kaldık Trabzon'da. Ama mesleki hayatımda inanılmaz basamaklar atladım. Belki yüz basamak birden atladım. Yönetici oldum. 83 Seçimi'nde liderleri ben takip ettim. Doğu Karadeniz falan... O bölgesel olaylar... Hepsini takip ettim. Çok hareketli bir bölge orası. Telefaks vardı o zamanlar. Telefoto değil. Telefaks çok daha çabuk giderdi. Faks gibi. Türk Haberler'de vardı sadece o. Çok küçük bir aletti. Nerede olursan ol, ister köy muhtarlığında ister tuvalette, bir enerji, telefon buldun. Hemen kurup faksı geçiyorduk. Ardından Bursa'ya döndüm. Dünya Gazetesi'nde on üç yıl temsilcilik yaptım. Temsilcilik'ten de emekli olduk işte. Ekohaber'i kurduk. Mesleki yaşam bu. Hala da çalışıyorum bildiğin gibi.
* Tahsin Abi, hiç unutamadığın bir anın var mı? Ya da bu güne kadar kimselerle paylaşamadığın bir itiraf?
İtiraf demeyelim de.. İsmail Öztat, Günaydın Gazetesi'ne haber gönderiyor. Yani ona çalışıyor. Benim de meslekte daha ikinci yılım. Bir gün, İsmail Öztat, Mümin Çotak, Ahmet Emin adliyenin önünde duruyor. Ben de gittim yanlarına. O zamanlar da dolmuş parası yok. Koşa koşa gidiyorsun. Kan ter içinde geliyorsun. Tek habercisin çünkü, her yöne yetişmen gerekiyor. Gazeteyi senin doldurman gerekiyor. İsmail Öztat, "cinayet varmış oradan geldik." Dedi. "İsmail Abi hayırdır?" Diye sordum. "Kestel'de cinayet vardı oradan geldik" dedi. Halimi görsen, bir kopartırsın. O zamanlar Kestel minibüsleri Yıldırım'dan kalkıyor. Koşa koşa gittim. minibüse bindim, Kestel'e gittim. O zaman jandarma bakıyor oraya. Gittim, cinayet minayet yok. Geri döndüm geldim ama akşam oldu. O zamanlar Kestel uzak yer. Gidip gelmen akşamı buluyor. Minibüs dolacak da, kalkacak da gideceksin. O yüzden meslekte İsmail Öztat'tan yediğim bu kazığı hiç unutmam.
* Dönüşte bir şey yapmadın mı?
Nereye yapacaksın? Büyüğün. Meslek büyüğün! Haddine mi?
Logorcuları Gazeteci Saymam
"Bu işten nemalanan, sadece bir gazetede yazı yazan, gazeteciyim diye geçinenleri saymıyorum.
Logorcu diyorum onlara. Şimdi de bir dizüstü bilgisayar, bir internet şifresi...
Benim bir portalım var. Haber gündemi yaratırım. Birine çakarım, flaş olurum.
Birine sataşırım, bulaşırım gazeteci olurum.
Öyle bir şey yok. Sen gazeteci değilsin!"
* Seninle röportaj yapıp bu konuya girmemek olmaz. Malum önemli bir tartışma var basında. Gazeteci kimdir? Kime gazeteci denir? En çok da gerçek gazeteciler bu konunun nete getirilmesini istiyor.
Gazeteci kimdir?.. Benim gözümde gazeteci, yaşamını bu meslekten idame ettiren, hayatını bu meslekle geçindiren, çoluğuna çocuğuna bu meslekten kazandığıyla bakan, profesyonel olarak bu işi yapan kişidir. 22 yıldır bizde haftada bir yazı yazan, köşe yazısı yazan insanlar var. Ben o insanlara şunu söylüyorum: "Siz mesleğinizi, işinizi yazan insanlarsınız. Gazeteci değilsiniz!" Biz yazarlarımıza gazetenin tanıtım kartını da vermeyiz. Sadece muhabirlerimize ve çalışanlarımıza veririz. Gazeteci o çünkü. Ekmeğini bu meslekten kazanıyor. Ha, "ben esnafın ama gazetecilik de yapıyorum." Böyle bir şey yok! Ben bunu Karadeniz'de çok gördüm; bizim Bursa'da da var böyleleri. Taşradaki muhabirler... Nüfus memurudur, öğretmendir, tuhafiyecidir, kumaşçıdır falandır ama haber geçer. Adam onu zevk için yapıyor. Sana haber geçtiği için de mülki idareyle, yerel yönetimle ilişkileri gelişiyor. Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı yaptım, Gazeteciler Vakfı Başkanlığı yaptım, Basın Konseyi'nde yıllarca yönetim kurulu üyeliği yaptım. Bu meslekte kimin gazeteci olduğunu, kimin olmadığını ayırt edebilecek durumdayım. Hava olsun diye, "ben gazeteciyim" diye geçinenleri kesinlikle gazeteci saymıyorum.
* Çok da iyi ediyorsun.
Bu işten nemalanan, sadece bir gazetede yazı yazan, gazeteciyim diye geçinenleri saymıyorum. Logorcu diyorum onlara. Tabiri odur ve ben logorcuları gazeteci saymam! Bu iş o kadar basitleşti ki, gazete çıkarmak için yatırım yapmak da basitleşti. Teknoloji maliyetleri geri getirdi. Eskiden insanlar bir kasa, bir masa deyip reklam ajansı açıyordu. Şimdi de bir dizüstü bilgisayar, bir internet şifresi... Benim bir portalım var. Haber gündemi yaratırım. Birine çakarım, flaş olurum. Birine sataşırım, bulaşırım gazeteci olurum. Öyle bir şey yok. Sen gazeteci değilsin!
* Onlar ne Tahsin Abi?
Adlandıramıyorum. Bir ay önce Orhaneli Belediye Başkanı İrfan tatlıoğlu aradı. Benim hemşehrimdir. Abisi, İsmail Tatlıoğlu biz de yıllarca yazarlık yaptı. Dostum, arkadaşımdır. Dedi ki "Yörük Dernekleri Federasyonu kurduk ama Bursa'da tanıtamadık. Biliyorum, basın toplantılarına gitmiyorsun, bir dostum olarak gel." Gittim. Ahmet Emin'in yanına oturdum. Bir baktım, katılan hiç kimseyi tanımıyorum. Ahmet Emin'e dedim ki, "ben bu gelen gazetecilerin hiç birini tanımıyorum." "Ben de tanımıyorum sağdıç." Dedi. Düşünün, her toplantıya giden, benden daha faal olan Ahmet Emin Yılmaz tanımıyorsa... Bu mesleğe yıllarını vermiş, Cemiyet Başkanlığı yapmış biri olarak ben tanımıyorsam... Kim bu insanlar? Nereden çıktılar? Fırat Yılmaz çok güzel bir yazı yazdı ve bu konuyu tartışmaya açtı. Ben de destekliyorum. Cemiyet Başkanı Nuri Kolaylı bu işin arkasında duruyor. Artık bu konunun ele alınması ve gerçek gazetecinin ayırt edilmesi lazım.
* Ayırt edici tanıda ciddi sıkıntı var.
Nuri bununla ilgili Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak çalıştay düzenliyor. Bu basın toplantılarını kimler düzenliyor, kimler davet ediliyor? Bu kişilerle çalıştay düzenliyor. Tahsin gazetecidir. Buraya davet edilmeli diyecekler. Nuri Kolaylı'nın çalıştay organizasyonunu genişletmesi lazım. Nuri Başkan da bu işin etiğine çok değer veren, bu işi layıkıyle yapan benden sonraki Cemiyet Başkanı. Ben görev yaptığı süreçte onun yüzde onu kadar başarılı değildim. Benim ikinci başkanımdı. Çok başarılı buluyorum. İyi çalışıyor. Cemiyeti çok iyi götürüyor. Şu konuda Nuri Başkan'a destek olmamız lazım. Kimler gazetecidir, kimler davet edilir? Senin ne işin var kardeşim burada? Sen nereden çıktın? bunların artık ele alınması lazım. Falan yerde kahvaltılı toplantı var gider, öğlen filan yerde var, gider. Geçenlerde, gazetenin birinde haftada bir fal mı yazıyormuş ne, bir kadıncağızla tanıştırdılar. Kadın kendisini gazeteci olarak tanıttı.
* Eeeee?
Hangi gazetedesiniz dedim. Günlük gazetelerden birinde fal yazıyormuş.
* Ve gazeteciymiş?
Evet. Kendisini gazeteci olarak tanıtıyor. Böyle bir şey yok. Bunun ayrımının yapılması lazım. Günlük gazetelerimizde elbette ki dışarıdan röportaj yapanlar olacak. Burçları yorumlayanlar olacak, bulmaca yapanlar olacak. Ne bileyim, bizde olduğu gibi diyet yazanlar olacak, spor yazanlar olacak. Ama bu insanlar gazeteci değil. Bunun adını koymak lazım. O gazetelerin, bu insanlara "siz gazeteci değilsiniz, misafir sanatçısınız" demesi lazım. Gazeteci orada düzenli olarak çalışan sigortalı, kadrolu, basın kartı olan ya da alacak olan ya da başvuracak olan kişidir.
* Hayatını, yalnızca gazetecilik yaparak kazandığıyla idame ettirendir gazeteci. İş takip ederek, tetikçilik, şantaj yaparak değil. Fikir işçisi olarak ürettiğiyle...
"Yazarım iki satır yazı, görürsün görürsün gününü!" Diyen gazeteci değildir. Böyle bir şey yok. Biz ömrümüzü boşuna mı geçirdik? Boşuna mı mücadele ediyoruz? Şu gazetenin her harfini yüz kere okumuşumdur çıkmadan önce. Kimseyi rencide etmeden, kimseyi üzmeden, kimseyi kırmadan, aşağılamadan, kötülemeden habercilik yapmaya çalışıyoruz. Son zamanlarda, özellikle teknolojik gelişmenin sonucunda yaygınlaştı bu tipler. Ne bir vergi veriyor, ne tabelası, ne ofisi, ne şu, ne bu var. Ama bir bakıyorsunuz, "gündemi belirliyorum" diyor.
Ekohaber'i Satsaydım Ölürdüm
* Peki ya bundan sonrası? Sonrası için hayallerin?..
Profesyonellerde vardır ya, "şu kadar çalışacağım, sonra gideceğim. Falan yerde şunu yapacağım" diye. Benim hiç öyle bir hayalim olmadı.
* Nasıl yani? Sakın bana sahil kasabası hayalim yok deme?
Derim. Benim en büyük hayalim, 20 yıl sonra da, Allah ömür verirse, Ekohaber'in, bu kadar saygın, bu kadar etkin, gözönünde kalan bir marka olması için çalışıyor olmak.
* Hala çalışacaksın?
Evet. Benim hayalim bu. Allah ömür verdiği sürece çalışmak. Bir anımı anlatayım. 2005-2006 yılıydı. Bir arkadaşımız bir gazete satın aldı Bursa'da. Biz de işin içindeydik arkadaşımızı yönlendirmek maksadıyla. Kafasına koymuş çünkü gazete kuracak. Arkadaşımız bir süre sonra geldi, Ekohaber'e de talip oldu. Verdiği rakam, bu gün bile çok büyük bir rakam. Yani benim hayal edemeyeceğim rakamlar...
* Ama sen Vermedin?
"Ben konuyu bir düşüneyim mi" faslını, yani düşünmeye geçsem mi aşamasını 14 gün düşündüm. Kızım o zaman küçük, 18 yaşında falan... Yemekte bir nebze anlatayım dedim. Böyle bir şey var. Bilginiz olsun babında. Daha "düşüneyim mi düşünmeyeyim mi"yi düşünüyorum. Benden cevap bekliyor iki günde bir arıyor arkadaş. Durum bu. Evde konuyu açtım. Aynen şunu dediler: "Sakın yapma, ölürsün sen!"
* Ölür müydün gerçekten?
Evet. Kızım çok doğru söyledi. Satsaydım gazeteyi, ölürdüm!
* Allah sana da gazetene de uzun ömürler versin Tahsin Abi. Birlikte nice başarılı yıllarınız olsun.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Tahsin Ardıç: Maratoncuyum ben, pes etmem!
Karşımda yılların gazetecisi, Ekohaber'in kurucusu, sahibi, emekçisi, ağır işçisi koca çınar Tahsin Ardıç...
Benim içinse mesleğe adımımı attığım günden bu yana hiç değişmeyen adıyla Tahsin Abi...
Yılların derken, en ufak bir mübalağa yok. Dile kolay, meslekteki tam 40. yılını kutluyor Tahsin Abi.
Zaten tam 21 yıl sonra karşısına yine bir röportaj talebiyle çıkmamın sebebi de işte bu 40 yıl...
Bu arada, gazetecinin gazeteciyle röportajı bir başka oluyor. Konu bam teli meselelere gelince, aynı anda gözleri dolabiliyor insanın. Ya da sesler karşılıklı olarak aynı anda titreyebiliyor.
O'nun, "ben hiç patron olmadım. Ben gazeteciyim. Çalışan gazeteciyim" derken ne demek istediğini...
Mesleğe girdiği yıllardaki zorlukları, imkansızlıkları anlatırken ne denli gerçek olduğunu...
Haftada bir iki akşam kendi kendisiyle gittiği yemekte, kendi kendisiyle rakı içerken, kendisiyle nasıl dertleştiğini... Kendisinden başka bir Allah'ın kuluna anlatamayacağı endişelerini, hayallerini, umutlarını...
Öyle tereddütsüz, öyle gönülden biliyorum ki...
Yıllar önce, gazetesine hem de epey yüklü bir teklif ile talip olan sanayici arkadaşına, "hayır!" derkenki ruh halihi...
"O benim aşkım" dediği Ekohaber'i satmış olması halinde gerçekten de yaşamak için sebep bulamayacağını...
Tüm söylediklerinin dibine kadar gerçek olduğunu ve samimiyetle anlatıldığını bilince insan, yaptığı söyleşi de başka bir boyuta geçiyor.
Ve sohbet sırasında ortaya çıkan aramızdaki o kocaman fark nedeniyle de, karşındaki meslek büyüğüne olan saygın bir kat daha bir yoğunlaşıyor.
Ben ve çoğu muadilimin aksine, Tahsin Abi asla pes etmeyi, havlu atmayı, günün birinde bir sahil kasabasına sığınmayı düşünmüyor.
Hasılı gitmeyi hiç hayal etmiyor.
Tek hayali, yaşadığı sürece gazetecilik yapmak ve gerçek bir Bursa markası haline getirdiği gazetesi Ekohaber'i yaşatmak.
Tam da bu noktada öyle güzel söylüyor ki: "Maratoncuyum ben. Pes etmem! Uzun soluklu koşarım."
Sen hiç pes etme Tahsin Abi...
Uzun soluklu koşun ve "Aşkım" dediğin gazeten Ekohaber daim olsun.
Başarılarla dolu nice 40 Yıllara...
Özlem Buğday Yağmur'un Röportajı...
"Haftada bir iki gün akşam kendimle yemeğe giderim. Dinlerim, yorumlarım. İki duble de rakı içerim. Yine öyle kendimle yediğim bir yemekte dedim ki kendime, 'bu markayı buraya getirdin. Bursa sahiplendi. İş dünyası zaten kendi malı gibi görüyor. Kendi ürünü, kendi gazetesi gibi görüyor. Basın dünyasında pek çok kişi, hatta bana kızanlar da sahipleniyor, seviyor. Böyle bir markayı yaratmışsın; böyle bir markayı büyütmüşsün, bu noktaya getirmişsin. Böyle bir markayı bir tık değil, dörtte bir tık bile aşağı çekmek gibi bir ihtimalin yok.'"
* Tahsin Abi, tam 21 yıl önce yaptığımız röportajda senin bir ifadeni alıp başlığa koymuştum. O zaman sen bana, "haberle parayı birleştirmeye çalışıyorum" demiştin. Aradan çoook uzun yıllar geçti. Şimdi soruyorum. Haberle para birleşti mi?
Evet, o çok doğru ve önemli bir başlıktı. O günden sonra genç meslektaşlarımıza da hep referans olarak gösteriyorum. Diyorum ki, "Özlem'in 21 sene önce yaptığı röportajda beni yakaladığı bir şey var. O çok doğru. Bu işe girecekseniz, diyelim ki bir dergi çıkaracaksanız, sizin de haberle parayı birleştirmeniz lazım. Birleştirmezsen bu yayın yürümez."
* Peki meslekteki 40. yılını kutlayan Tahsin Ardıç ve Ekohaber açısından baktığımızda son durum nedir? Haberle para birleşti mi, yoksa hala hasretler mi birbirlerine?
Hala yaşama savaşı verdiğimize göre, birleştirememişiz. Aslında bu konuda söylenecek çok şey var Özlem. O zaman da anlatmıştım. Bursa Gazeteciler Cemiyeti Başkanısın. Altında son model otomobilin var. Bir yaşam tarzın var. O zaman bizim bu sektöre girmek o kadar zor ki... Hayattaki tüm kazandıklarını koyuyorsun; bir dört katı kadar da borçlanıyorsun. Diyorsun ki, "benim bir idealim var. Aşkım var. Ben bunu gerçekleştireceğim." Ben bugün hala öyle diyorum. Ekohaber benim aşkım. Ben burada aşk yaşıyorum. En önemlisi de, markamız Ekohaber önemli bir noktada.
* Gerçek ve önemli bir marka.
Bursa'nın markası oldu. Ancak ben çok yoruldum. Geldiğim noktada ekonomik olarak baktığımda bir şeyim yok. O günden, başladığım günden daha aşağıdayım. Ama güç olarak baktığımda, kendime güven konusunda baktığımda çok yukarıdayım. Para kazanan arkadaşlarım var. Çok para kazanan arkadaşlarım var ama yaptığım işe inanılmaz saygı duyuyorlar.
* Gazetecilik marazi bir aşırı sevgi işi. Ben mesleği hep böyle gördüm.
Hem de çok!
* Sağlıklı bir durum değil?
Kesinlikle değil. Müptelası oluyorsun bu işin. 38 yaşında meslekten emekli olmuşsun. Ne yaparsın ondan sonra? Sürekli düşünüyor insan. Ne yaparım ki? Başka ne yaparım?..
* Bundan sonra nasıl para kazanırım, nasıl geçinirim değil. Gazetecilik yapmazsam ya da yapmayacaksam, bundan sonra nasıl yaşarım?
Çok doğru bir tarif. Aynen öyle hissediyor insan.
* Yaşamak için en önemli sebebi bitmiş gibi?..
Kesinlikle. Gazetecilik benim için bir yaşam biçimi. Aşkım. Benim çocuklarım da hep der. Kardeşimiz diye bakarlar. "Ekohaber bizim kardeşimiz." Bu mantıkla baktığında, bu dünya görüşünde olduğunda işini zaten seviyorsun. Ben çok seviyorum. Bu sabah saat sekizde buradaydım. Ne yaptım geldim de? Gazeteleri okudum, maillere baktım. Arkadaşlarla geyik yaptım. Dolar muhabbeti falan yaptık. Saat tam sekizde buradaydım. Saat on birde de gelebilirdim. Ama insan biran önce işime gideyim diye hissediyor.
* Hani o da ayrı bir marazlı durum olan habercilik refleksi vardır. O an dünya yansa ilk aklına gelen şey onu haber yapmak olur ya. Hala yaşıyor musun bunu?
Çok... Her dakika uyarıyorum arkadaşları. Buradan seslenir dururum. Hiç iç hattan falan aramam. "Şuna da bakın, şu karar alınmış; ona da bakın" der dururum. Bizim arkadaşların kurduğu, çalışanların içinde olduğu Whatsapp grubu var. Gece saat on ikide ya da birde sosyal medyayı tararım. Ne var ne yok bakarım. Özellikle bizim işimizle ilgili, ekonomi ile ilgili yapılan açıklama varsa, hemen çekerim fotoğrafı Whatsapp grubuna atarım. Gecenin birinde hatta ikisinde... Belki kızıyor arkadaşlar bana ama atarım.
* Hiç, "buraya kadar" deyip, pes etmeye yaklaştığın zamanların oldu mu?
Sen bunu 21 yıl önce de sormuştun.
* Sormuşumdur.
Sana bir şey itiraf edeyim mi? O zaman kasıtlı olarak böyle bir söylenti dolaştırıyorlardı ortalıkta. Gazeteyi kurdu ama dayanamayacak, kapatacak diye. İçimden geçirmiştim, "sorduruyorlar Özlem'e. Gazeteyi kapatacak mı, yürütebilecek mi acaba diye sorduruyorlar!"
* Aşk olsun Tahsin Abi! Ben ve sipariş, kurgu soru?..
O günün ambiyansı oydu ama. Ne zaman kapatacak, yürüyecek mi, yürümeyecek mi? Sen de sıkı kulisçisin ya.
* Günahım alınmış!
O günlerde, hatta ondan sonraki bir iki yıl süresince bile bunun muhabbetini yapıyorlardı. Gazetenin birinci yılında çok zor götürüyordum her şeyi. Bıkkınlığın da gelmeye başladığı bir gündü. Telefonum çaldı, Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi'nden sanayici bir arkadaşım, çocukluk arkadaşım, "seni ziyarete gelmek istiyorum" dedi. "Buyurun" dedim geldiler. Sohbet ediyoruz. Dedi ki, "bu yılki Meslek Ödülü'nü kulüp olarak sana vereceğiz." Yıl 97... Yaşam şevki oldu o benim için.
* Motive etti seni.
Motive etti. Ardından Tayfun Çavuşoğlu aradı. ÇGD'nin başkanı o sıralarda Tayfun. Dedi ki, "Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin Basın Teşvik Ödülü'nü sana verme kararı aldık." Bakın burada durur o ödül de. Gözüm gibi saklarım. Benim için çok önemlidir. Bir de düşün ki ben cemiyetçiyim, çağdaşçı değilim, böyle bir ödül alıyorum. İşte o dönemde aldığım iki tane ödül bana gaz verdi. Beni çalıştırttı. Daha yoğunlaşmamı sağladı. Bunlar çok önemli ödüller. Çağdaş vermez öyle kolay kolay. Hele ki bana?.. cemiyet kökenli, çağdaşa karşı olmuş vakt-i zamanında...
* Sonra ne yaptın? Bu ödüller geldi ve dedin ki "Bir dakika! Bu şarkı burada bitmez."
Aynen. Yola devam, mücadeleye devam dedim. Onlar bir kamçı oldu.
* Ve bir daha da hiç bezmeden çalıştın?..
Olur mu bizim meslekte? Mümkün mü?.. Aradan 21 yıl geçti ve bundan 6 ay kadar önce yeniden bir bıkkınlık oluştu. Biliyorsun, Türkiye çok zor şartlardan geçiyor. İşimizi zor döndürüyoruz. Hakikaten zor döndürüyoruz. Ekohaber önemli bir marka ve biz onun altında ezilmeye başladık. Piyasalar çok kötü. Ekonomi çok kötü!
* Ve fakat, buna rağmen pez etmezsin sen.
Etmem tabi. Tekrar mücadele kararı aldık.
* İşte bu. Tahsin Abi, yaş meselesine girelim mi? Bu mücadeleci gazeteci kaç yaşında? Okur bilsin mi?
No comment!
* O zaman şöyle diyoruz. Gencecik yaşında bir kez daha mücadele kararı aldın?..
Aynen... Gencecik yaşımda tekrar mücadele etmeye karar verdim. Ben zaman zaman kendimi dinlerim. Haftada bir iki gün akşam kendimle yemeğe giderim. Dinlerim, yorumlarım. İki duble de rakı içerim. Yine öyle kendimle yediğim bir yemekte dedim ki kendime, "bu markayı buraya getirdim. Bursa sahiplendi. İş dünyası zaten kendi malı gibi görüyor. Kendi ürünü, kendi gazetesi gibi görüyor. Basın dünyasında pek çok kişi, hatta bana kızanlar da sahipleniyor, seviyor. Böyle bir markayı yaratmışsın; böyle bir markayı büyütmüşsün, bu noktaya getirmişsin. Böyle bir markayı bir tık değil, dörtte bir tık bile aşağı çekmek gibi bir ihtimalin yok. Bu senin olayın değil. Ailenin olayı da değil. O nedenle daha ileriye götürmek için planlarını programlarını yap diye kendime öğüt verdim. Onları da yaptık. Bu ay da harekete geçirmeye başladık. Yeni bir organizasyonla, tekrardan ilavelerimizle, çok daha fazla çalışarak bu süreci yürütüyoruz. Maratoncuyum ben. Pes etmem. Uzun soluklu koşarım.
* Şu an karşımda bir gazete patronu mu var, yoksa gazeteci mi?
Ben gazeteciyim. 40 yıl geçse de ben çalışan gazeteciyim. Patron olmadım hiç bir zaman bu işte. Şu gazetede gelmiş geçmiş herkes çalıştı. Biliyorsun sen. Hiç kimse beni patron olarak görmez. Abi, arkadaş falan. Ama işimi iyi biliyorum. Onun için de itiraz etmiyorlar.
İsmail Öztat'tan Yediğim Kazığı Hiç Unutmadım
"Bir gün, İsmail Öztat, Mümin Çotak, Ahmet Emin adliyenin önünde duruyor. Ben de gittim yanlarına. İsmail Öztat, "cinayet varmış oradan geldik." Dedi. "İsmail Abi hayırdır?" Diye sordum. "Kestel'de cinayet vardı oradan geldik" dedi. Halimi görsen, bir kopartırsın. O zamanlar Kestel minibüsleri Yıldırım'dan kalkıyor. Koşa koşa gittim. minibüse bindim, Kestel'e gittim. Cinayet minayet yok. Geri döndüm geldim ama akşam oldu. O zamanlar Kestel uzak yer. Gidip gelmen akşamı buluyor. Minibüs dolacak da, kalkacak da gideceksin. O yüzden meslekte İsmail Öztat'tan yediğim bu kazığı hiç unutmam."
* Gazeteciliğe nasıl başladın? Hatta şöyle sorayım. Bu derde nasıl düştün?
Benim gazeteciliğe başlamam çok enteresan. Kemal Demirel benim çocukluk arkadaşım.
* CHP Bursa eski milletvekili Kemal Demirel.
Evet. Onlar Çakırhamam'ın üstünde oturuyorlardı. Kemal'in babası polisti o zamanlar. Kemal'le biz iyi arkadaşız, mahalle arkadaşıyız. Bir gün Kemal dedi ki, "sen çok güzel fotoğraf çekiyorsun; fotoğrafçılığın çok iyi. Gazeteci olsana?"
* Güzel fotoğraf çektiğin için?
İtiraz ettim tabi. "Öyle gazeteci mi olunur?" Dedim. "Yetiştirirler seni" dedi. Aldı beni Rahmetli Necati Akgün'e götürdü. Necati Abi'nin de Bursa'nın Sesi Gazetesi var. Yıl 1976... 76'nın Eylül ayının sonu falan. Necati Abi baktı. "Gazete okur musun?" Diye sordu. Ben de, "bir yerde gördüğüm zaman falan okurum" dedim.
* Yalnız yanıt hakikaten çok samimi olmuş.
Bunun üzerine beni Yücel Akgün'e teslim etti. Yücel de öğrenci o zaman Uludağ Üniversitesi'nde. Akşamları okuldan sonra geliyor. Yücel bana bir kaç şey söyledi. "Adliyede ufak boylu biri var, onun peşinden ayrılma. Vilayete, adliyeye, polise gider o. Bir de, uzun boylu biri var Belediye'de. Onları takip etsen öğrenirsin işi." Ben tabi onları takip etmeye başladım. Bunlar baktılar ki kurtuluş yok benden. Yardım etmeye başladılar. Biri Rahmetli Kahraman Abi. Kahraman Atılgan. Uzun boylu dediği de Ahmet Emin Yılmaz. Ahmet Emin de aslında benden kısa bir süre önce başlamış. Hani askerde vardır ya, bir gün önce gelen komutan olur. Ahmet Emin de altı ay önce başlamış. Yol yordam öğrenmiş. Ben de onun peşinden koşuyorum. Böyle başladık.
* En zor zamanlar...
Tabi... Her şeyin muhabiriyiz. Merinos Sahası'na gideriz. Amatör maçı takip ederiz. Belediyeye gideriz, meclisi takip ederiz. Polise gideriz, cinayet haberi takip ederiz. Adliyede duruşma takip ederiz. Hastanede hastane haberlerini yaparız. Defileye gideriz, defile takip ederiz. Yetmez, kendimize hava olsun diye, akşamları Bursa'ya gelen sanatçıları da takip ederiz.
* Yok artık! Magazin muhabirliği de yaptın mı Tahsin Abi?
Yani öyle yaptık magazin muhabirliğini. Gönüllü diyelim biz. O zamanlar Taylan Gazinosu vardı. Fazlaca sanatçı getirirdi. Onlara da gidiyorduk.
* Sonra...
Sonra 12 Eylül oldu. Biz meslekte bir noktaya gelmişiz artık. Yanılmıyorsam, 81 yılının sonunda Doğru Hakimiyet'e geçtim. Transfer oldum ben.
* O zamanlar transfer vardı tabi?
Vardı. Bursa'nın Sesi'nden aldığımın iki katı maaşla geçtim. Yeni evliyim. Düğün borçlarımız falan filan işte. Doğru Hakimiyet çok iyiydi. Ahmet Emin askere gitmişti.
* Fırsattan istifade?
Evet, fırsattan istifade. Orada sekiz ya da on ay çalıştım. Ama bu arada hakikaten çok iyiyim. Her gün manşetteyim. Haber atlatıyorum. Yılmaz İşel Türk Haberler Ajansı'nın o dönemlerdeki bölge müdürü. Yılmaz abi dedi ki, "gel patlatalım Bursa'yı, Türkiye'yi! Sen çok iyisin." Aldığım maaşı söyledim. "Gel, ben iki katını ayarlayacağım" dedi. Oradan da öyle bir transfer yaptık.
* Maaş kısa sürede dörte katlandı.
Evet. Türk Haberler Ajansı o dönemlerde Anadolu Ajansı'ndan çok büyük bir ajans. Reuters'ından tut, Ajans Press'ine kadar her yere servis yapıyor. Türkiye'deki bütün gazetelere servis yapıyor. O kadar büyük bir keyif ki, akşam televizyonda dinliyorsun yazdığın haberi. Radyoda dinliyorsun. Ertesi gün bütün gazetelerde görüyorsun. Türk Haberler Ajansı'nda inanılmaz başarılı olduk. Yerel gazeteler de üye tabi ajansa. Bursa Hakimiyet manşetini senden alıyor. Düşünebiliyor musun? Bursa Hakimiyet, o dönemde muhabiri var ama manşeti senden alıyor.
* Mesleki rekabetin fena olduğu zamanlar?
Kısa bir şey anlatayım sana. Haber atlatmanın ne kadar önemli olduğunu ama insanların birbirine karşı ne kadar da naif davrandığını anlatacağım. Ahmet Emin Doğru Hakimiyet'te, ben Bursa'nın Sesi'ndeyim. Ben Ahmet Emin'e atlatmışım adliye ya da polise haberini, manşet vermişiz. Ahmet Emin gazetede laf işitmiş. Ama biz her gün sözleştiğimiz gibi Vilayetin önünde buluşuyoruz. İkimiz cebimizden paraları çıkarıyoruz. İki simit, bir çay... Ancak onu alabiliyoruz. Şahane bir öğle yemeği bize. İki simit, bir çay. O bile yeter. Karnımızı doyuruyoruz. Birbirimize sormuyoruz: "Sen niye bana tüyo vermedin? Niye atlattın beni?" Demiyoruz. Ertesi gün Ahmet Emin beni atlatmış, ben yemişim fırçayı. Ama Ahmet Emin'e sitem yok. Saygı duyuyoruz birbirimize, ama birbirimize haber atlatmak için de neler yapıyoruz. Türk Haber Ajansı'nda başarılı oldum. Aşırı başarılı oldum. Yılmaz Abi'den (Yılmaz İşel) Allah razı olsun. Çok şey öğrendim. Habercilik, haber yazımı anlamında çok şey öğrendim. Büyük havalarla geldim Türk Haber Ajansı'na ama bir işçi olduğumu gördüm. Benim yazdığım haberi Yılmaz Abi düzenliyordu. Çok değişik çıkıyordu haberler. Baktım Yılmaz Abi yeniden düzenliyor, kendimi adapte ettim ona. Bir yıl sonraydı. Osman Saffet, Dünya Gazetesi'nin başında. Türk Haberler'in de haber müdürü. O arayıp dedi ki, "Ajansın Trabzon Bölge Müdürlüğü boşaldı, gider misin?" Ben daha yeni evliyim. Yaptığım delilikti ama kabul ettim gittik. Oğlum Trabzon doğumludur benim. İki yıldan fazla kaldık Trabzon'da. Ama mesleki hayatımda inanılmaz basamaklar atladım. Belki yüz basamak birden atladım. Yönetici oldum. 83 Seçimi'nde liderleri ben takip ettim. Doğu Karadeniz falan... O bölgesel olaylar... Hepsini takip ettim. Çok hareketli bir bölge orası. Telefaks vardı o zamanlar. Telefoto değil. Telefaks çok daha çabuk giderdi. Faks gibi. Türk Haberler'de vardı sadece o. Çok küçük bir aletti. Nerede olursan ol, ister köy muhtarlığında ister tuvalette, bir enerji, telefon buldun. Hemen kurup faksı geçiyorduk. Ardından Bursa'ya döndüm. Dünya Gazetesi'nde on üç yıl temsilcilik yaptım. Temsilcilik'ten de emekli olduk işte. Ekohaber'i kurduk. Mesleki yaşam bu. Hala da çalışıyorum bildiğin gibi.
* Tahsin Abi, hiç unutamadığın bir anın var mı? Ya da bu güne kadar kimselerle paylaşamadığın bir itiraf?
İtiraf demeyelim de.. İsmail Öztat, Günaydın Gazetesi'ne haber gönderiyor. Yani ona çalışıyor. Benim de meslekte daha ikinci yılım. Bir gün, İsmail Öztat, Mümin Çotak, Ahmet Emin adliyenin önünde duruyor. Ben de gittim yanlarına. O zamanlar da dolmuş parası yok. Koşa koşa gidiyorsun. Kan ter içinde geliyorsun. Tek habercisin çünkü, her yöne yetişmen gerekiyor. Gazeteyi senin doldurman gerekiyor. İsmail Öztat, "cinayet varmış oradan geldik." Dedi. "İsmail Abi hayırdır?" Diye sordum. "Kestel'de cinayet vardı oradan geldik" dedi. Halimi görsen, bir kopartırsın. O zamanlar Kestel minibüsleri Yıldırım'dan kalkıyor. Koşa koşa gittim. minibüse bindim, Kestel'e gittim. O zaman jandarma bakıyor oraya. Gittim, cinayet minayet yok. Geri döndüm geldim ama akşam oldu. O zamanlar Kestel uzak yer. Gidip gelmen akşamı buluyor. Minibüs dolacak da, kalkacak da gideceksin. O yüzden meslekte İsmail Öztat'tan yediğim bu kazığı hiç unutmam.
* Dönüşte bir şey yapmadın mı?
Nereye yapacaksın? Büyüğün. Meslek büyüğün! Haddine mi?
Logorcuları Gazeteci Saymam
"Bu işten nemalanan, sadece bir gazetede yazı yazan, gazeteciyim diye geçinenleri saymıyorum.
Logorcu diyorum onlara. Şimdi de bir dizüstü bilgisayar, bir internet şifresi...
Benim bir portalım var. Haber gündemi yaratırım. Birine çakarım, flaş olurum.
Birine sataşırım, bulaşırım gazeteci olurum.
Öyle bir şey yok. Sen gazeteci değilsin!"
* Seninle röportaj yapıp bu konuya girmemek olmaz. Malum önemli bir tartışma var basında. Gazeteci kimdir? Kime gazeteci denir? En çok da gerçek gazeteciler bu konunun nete getirilmesini istiyor.
Gazeteci kimdir?.. Benim gözümde gazeteci, yaşamını bu meslekten idame ettiren, hayatını bu meslekle geçindiren, çoluğuna çocuğuna bu meslekten kazandığıyla bakan, profesyonel olarak bu işi yapan kişidir. 22 yıldır bizde haftada bir yazı yazan, köşe yazısı yazan insanlar var. Ben o insanlara şunu söylüyorum: "Siz mesleğinizi, işinizi yazan insanlarsınız. Gazeteci değilsiniz!" Biz yazarlarımıza gazetenin tanıtım kartını da vermeyiz. Sadece muhabirlerimize ve çalışanlarımıza veririz. Gazeteci o çünkü. Ekmeğini bu meslekten kazanıyor. Ha, "ben esnafın ama gazetecilik de yapıyorum." Böyle bir şey yok! Ben bunu Karadeniz'de çok gördüm; bizim Bursa'da da var böyleleri. Taşradaki muhabirler... Nüfus memurudur, öğretmendir, tuhafiyecidir, kumaşçıdır falandır ama haber geçer. Adam onu zevk için yapıyor. Sana haber geçtiği için de mülki idareyle, yerel yönetimle ilişkileri gelişiyor. Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı yaptım, Gazeteciler Vakfı Başkanlığı yaptım, Basın Konseyi'nde yıllarca yönetim kurulu üyeliği yaptım. Bu meslekte kimin gazeteci olduğunu, kimin olmadığını ayırt edebilecek durumdayım. Hava olsun diye, "ben gazeteciyim" diye geçinenleri kesinlikle gazeteci saymıyorum.
* Çok da iyi ediyorsun.
Bu işten nemalanan, sadece bir gazetede yazı yazan, gazeteciyim diye geçinenleri saymıyorum. Logorcu diyorum onlara. Tabiri odur ve ben logorcuları gazeteci saymam! Bu iş o kadar basitleşti ki, gazete çıkarmak için yatırım yapmak da basitleşti. Teknoloji maliyetleri geri getirdi. Eskiden insanlar bir kasa, bir masa deyip reklam ajansı açıyordu. Şimdi de bir dizüstü bilgisayar, bir internet şifresi... Benim bir portalım var. Haber gündemi yaratırım. Birine çakarım, flaş olurum. Birine sataşırım, bulaşırım gazeteci olurum. Öyle bir şey yok. Sen gazeteci değilsin!
* Onlar ne Tahsin Abi?
Adlandıramıyorum. Bir ay önce Orhaneli Belediye Başkanı İrfan tatlıoğlu aradı. Benim hemşehrimdir. Abisi, İsmail Tatlıoğlu biz de yıllarca yazarlık yaptı. Dostum, arkadaşımdır. Dedi ki "Yörük Dernekleri Federasyonu kurduk ama Bursa'da tanıtamadık. Biliyorum, basın toplantılarına gitmiyorsun, bir dostum olarak gel." Gittim. Ahmet Emin'in yanına oturdum. Bir baktım, katılan hiç kimseyi tanımıyorum. Ahmet Emin'e dedim ki, "ben bu gelen gazetecilerin hiç birini tanımıyorum." "Ben de tanımıyorum sağdıç." Dedi. Düşünün, her toplantıya giden, benden daha faal olan Ahmet Emin Yılmaz tanımıyorsa... Bu mesleğe yıllarını vermiş, Cemiyet Başkanlığı yapmış biri olarak ben tanımıyorsam... Kim bu insanlar? Nereden çıktılar? Fırat Yılmaz çok güzel bir yazı yazdı ve bu konuyu tartışmaya açtı. Ben de destekliyorum. Cemiyet Başkanı Nuri Kolaylı bu işin arkasında duruyor. Artık bu konunun ele alınması ve gerçek gazetecinin ayırt edilmesi lazım.
* Ayırt edici tanıda ciddi sıkıntı var.
Nuri bununla ilgili Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak çalıştay düzenliyor. Bu basın toplantılarını kimler düzenliyor, kimler davet ediliyor? Bu kişilerle çalıştay düzenliyor. Tahsin gazetecidir. Buraya davet edilmeli diyecekler. Nuri Kolaylı'nın çalıştay organizasyonunu genişletmesi lazım. Nuri Başkan da bu işin etiğine çok değer veren, bu işi layıkıyle yapan benden sonraki Cemiyet Başkanı. Ben görev yaptığı süreçte onun yüzde onu kadar başarılı değildim. Benim ikinci başkanımdı. Çok başarılı buluyorum. İyi çalışıyor. Cemiyeti çok iyi götürüyor. Şu konuda Nuri Başkan'a destek olmamız lazım. Kimler gazetecidir, kimler davet edilir? Senin ne işin var kardeşim burada? Sen nereden çıktın? bunların artık ele alınması lazım. Falan yerde kahvaltılı toplantı var gider, öğlen filan yerde var, gider. Geçenlerde, gazetenin birinde haftada bir fal mı yazıyormuş ne, bir kadıncağızla tanıştırdılar. Kadın kendisini gazeteci olarak tanıttı.
* Eeeee?
Hangi gazetedesiniz dedim. Günlük gazetelerden birinde fal yazıyormuş.
* Ve gazeteciymiş?
Evet. Kendisini gazeteci olarak tanıtıyor. Böyle bir şey yok. Bunun ayrımının yapılması lazım. Günlük gazetelerimizde elbette ki dışarıdan röportaj yapanlar olacak. Burçları yorumlayanlar olacak, bulmaca yapanlar olacak. Ne bileyim, bizde olduğu gibi diyet yazanlar olacak, spor yazanlar olacak. Ama bu insanlar gazeteci değil. Bunun adını koymak lazım. O gazetelerin, bu insanlara "siz gazeteci değilsiniz, misafir sanatçısınız" demesi lazım. Gazeteci orada düzenli olarak çalışan sigortalı, kadrolu, basın kartı olan ya da alacak olan ya da başvuracak olan kişidir.
* Hayatını, yalnızca gazetecilik yaparak kazandığıyla idame ettirendir gazeteci. İş takip ederek, tetikçilik, şantaj yaparak değil. Fikir işçisi olarak ürettiğiyle...
"Yazarım iki satır yazı, görürsün görürsün gününü!" Diyen gazeteci değildir. Böyle bir şey yok. Biz ömrümüzü boşuna mı geçirdik? Boşuna mı mücadele ediyoruz? Şu gazetenin her harfini yüz kere okumuşumdur çıkmadan önce. Kimseyi rencide etmeden, kimseyi üzmeden, kimseyi kırmadan, aşağılamadan, kötülemeden habercilik yapmaya çalışıyoruz. Son zamanlarda, özellikle teknolojik gelişmenin sonucunda yaygınlaştı bu tipler. Ne bir vergi veriyor, ne tabelası, ne ofisi, ne şu, ne bu var. Ama bir bakıyorsunuz, "gündemi belirliyorum" diyor.
Ekohaber'i Satsaydım Ölürdüm
* Peki ya bundan sonrası? Sonrası için hayallerin?..
Profesyonellerde vardır ya, "şu kadar çalışacağım, sonra gideceğim. Falan yerde şunu yapacağım" diye. Benim hiç öyle bir hayalim olmadı.
* Nasıl yani? Sakın bana sahil kasabası hayalim yok deme?
Derim. Benim en büyük hayalim, 20 yıl sonra da, Allah ömür verirse, Ekohaber'in, bu kadar saygın, bu kadar etkin, gözönünde kalan bir marka olması için çalışıyor olmak.
* Hala çalışacaksın?
Evet. Benim hayalim bu. Allah ömür verdiği sürece çalışmak. Bir anımı anlatayım. 2005-2006 yılıydı. Bir arkadaşımız bir gazete satın aldı Bursa'da. Biz de işin içindeydik arkadaşımızı yönlendirmek maksadıyla. Kafasına koymuş çünkü gazete kuracak. Arkadaşımız bir süre sonra geldi, Ekohaber'e de talip oldu. Verdiği rakam, bu gün bile çok büyük bir rakam. Yani benim hayal edemeyeceğim rakamlar...
* Ama sen Vermedin?
"Ben konuyu bir düşüneyim mi" faslını, yani düşünmeye geçsem mi aşamasını 14 gün düşündüm. Kızım o zaman küçük, 18 yaşında falan... Yemekte bir nebze anlatayım dedim. Böyle bir şey var. Bilginiz olsun babında. Daha "düşüneyim mi düşünmeyeyim mi"yi düşünüyorum. Benden cevap bekliyor iki günde bir arıyor arkadaş. Durum bu. Evde konuyu açtım. Aynen şunu dediler: "Sakın yapma, ölürsün sen!"
* Ölür müydün gerçekten?
Evet. Kızım çok doğru söyledi. Satsaydım gazeteyi, ölürdüm!
* Allah sana da gazetene de uzun ömürler versin Tahsin Abi. Birlikte nice başarılı yıllarınız olsun.
En Çok Okunan Haberler