Gıyasettin Bingöl: 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda üniversitemizin temelini atıyoruz
Gıyasettin Bingöl: 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda üniversitemizin temelini atıyoruz
Söyleşi konuğumuz Sınav Okulları'nın sahibi Gıyasettin Bingöl...
Haber Giriş Tarihi: 17.10.2017 18:06
Haber Güncellenme Tarihi: 17.10.2017 18:06
Kaynak:
Haber Merkezi
https://www.lodoshaber.com
Söyleşi konuğumuz Sınav Okulları'nın sahibi Gıyasettin Bingöl...Gıyasettin Bingöl'ü her ne kadar uzun zamandır tanısam da, açıkçası beni şaşırtan bir söyleşi oldu.Şaşırdım. Zira, (aramızda kalsın) karşımda kasıntı ve kibirli bir adam bulacağımı zannediyordum!Bol şatafatlı bir makam odasında, kocaman kocaman laflarla, yüksek perdeden anlatacak! Öyle olunca, benim içim daralacak! İçim daralınca günüm yalan olacak!Düşüncesiyle-endişesiyle gittim söyleşiyi yaptığımız Sınav Okulu'na...Açık söylemek gerekirse hiç de öyle olmadı.En başından şart koştuğum gibi, ne istiyorsam sordum, Bingöl de istisnasız hepsine yanıt verdi. Kitapçılıktan, dershaneciliğe, oradan Sınav Kolejleri'ne ve şimdi de, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda temelini atacakları üniversiteye giden 30 yıllık bir yol...Daha en başında, fırsat eşitsizliğinden konuya girip ters köşe yapmaya niyetlenirken ben, Gıyasettin Bingöl, "uygar bir devlette dershane olmamalı!" diye konuya girdi ve gerisi gayet keyifli bir sohbet olarak geldi.Dediğim gibi, zannımın aksine kibirli bir insan değil! Hatta hiç değil.Ve fakat, eğitim söz konusu olunca tevazu sahibi de değil. Yıllarca Milli Eğitim Bakanı olmayı hayal etmiş. En nihayetinde, bakmış olmuyor. Hayaline küsüp yola devam etmiş.30 yıl boyunca 250 bin öğrenci okutmuş. Bu noktada kendisini iyi bir teknik direktör olarak tanımlıyor."Veliler çocukları boğuyor! Perişan ediyor! Çekin ellerinizi çocukların üzerinden!" sözleriyle, sıfır hırs noktasındaki yufka anne gönlüme fevkalade iyi geliyor."Bahse konu olan çocuklarsa ben de güvenlik boyutu paranoyaklık düzeyindedir" sözleriyle bir paranoid hezeyandan, diğerine geçen bendenizle önemli bir ortak nokta yaratıyor.Eğitimde, hakkaniyetli olmayı şiar edinmiş. Hatta okulundan attığı ilk iki öğrenci, (isim vermiyor tabii) dönemin bakanının yeğeni ile bizzat kendi yeğeni olmuş!Bilhassa Sınav Okulları'ndaki tüm öğretmenler... Benden duymuş olun: Okulların tamamında dehşet bir "haber alma ağı" kurmuş. Ne olup bittiği anında iletiliyor!Tüm zenginler gibi O da, "Parayı sevmediğini, parayla işinin olmadığını" söylüyor!Ve en önemlisi, Gıyasettin Bingöl'ün eğitime dair nihai hedefi olan "Özgür bireylerin yetişeceği, özgür üniversite"nin temeli 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda atılıyor.Özlem Buğday Yağmur röportajı...
Eğitimci Gıyasettin Bingöl'den Sınav Okulları sürecine... Her şey nasıl başladı?
Ben kitapçıydım. 1980'de kitapçılığa başladım. Vaktiyle kitap işlerim çok büyüdü. İşlerim o kadar büyüdü ki, bütün Marmara Bölgesi'ne okul kitaplarını dağıtıyordum.Tiyatronun arkasında Tek Sokak var, orada kitapçı dükkanım vardı. Kitapçılar Çarşısı'nı ben kurdum Bursa'da. Hem perakande yerimiz vardı, hem Çubukçuklar Dağıtım diye dağıtım firmamız vardı. Sonra dükkanın üstü boştu, sizin gibi 1-2 arkadaş bana ısrarla "Bu bina zaten boş, burayı dershane yapın" dedi. Yıl 1989... Bursa'da 3 - 4 tane dershane vardı. Ben önce bir direndim, sonra arkadaşlarım beni ikna etti. Dershaneye başladık, dershanemiz çok büyüdü. Çok büyük talep oldu birden. 1990 senesinde oradan Setbaşı'na taşındık. Hiç unutmuyorum; seviye belirleme sınavları yapıyorduk, işte iyi çocukları alalım falan diye. 27 bin kişinin sınava girdiği zamanlar oluyordu. Sonra çok büyüdü, oradan şubeleşmeye başladık. Zannediyorum 2003 yılıydı, ilk şubemizi İnegöl'e açtık, sonra Hürriyet'te açtık, sonra Mudanya'ya açtık, sonra Muradiye'ye açtık. Derken Nilüfer'e açtık. Yıldırım tarafında hiç dershane yoktu. Ben genelde dershaneci olarak dershane bulunmayan yerlere giderdim. İnsanlar şaşırırdı. Dolayısıyla dershaneciliğin Batı'ya ve Doğu'ya kayışı benim önderliğimde olmuştur. Eskiden Kestel'den Gemlik'ten, hatta Mustafakemalpaşa'dan servisler gelirdi Bursa'ya dershane için. Hatta daha da önceleri Muş'tan Erzurum'dan, Van'dan, Tokat'tan insanlar buraya dershaneye gelirdi. İnsanlar büyük kentlere dershanelere geliyorlardı. Biz markayı ayaklarına götürerek o sistemi de kırmış olduk. Dolayısıyla dershanecilik eğitimin bir parçası haline geldi. Ayda 100 liralık dershane ücretiyle çocuk devlette alamadığı bütün eksiklerini oralarda tamamlamış oluyordu. Ve Türkiye'de dershane sayısı 5000'e dayandı. Biz de öncülüğünü yaptık.
Fırsat eşitsizliğini körükleyen harikulade bir sektör yaratmışsınız!
Tam da bu noktaya gelecektim. Ben aynı zamanda hep şunu söyledim: Uygar bir devlette dersaneciliğin olmaması gerektiğini söyledim. Bakın, dershaneler önce fırsat eşitliğine aykırıydı. Sonra fırsat eşitliği oldu.
Nasıl yani?
O da şöyle: O zaman Hürriyet Gazetesi başlık atmıştı hatta, "Dershaneciliğe karşı olan dershaneci" diye. Hatta "demokrat bir dershaneci" dediler. Ben hep şunu savundum. Devlet işini doğru yaparsa, ödevini yerine getirirse, tam gün yasasına geçilirse, sınıflar 24 - 30 kişiye inerse, çocuklarla birebir ilgilenilirse tabii ki dershaneciliğe ihtiyaç yok.
Baştan fırsat eşitsizliği doğurduğunu kabul ettiğiniz sistem sonra nasıl eşitlikçi bir hale evrildi? Orayı anlayamadım.
Şöyle oldu: Süreç içerisinde dershanecilik öyle ucuz bir hale geldi ki, yoksul insanlar da ayda 100 lira vererek çocuğunu okutup tıp fakültesine gönderebildi. Aslında başlangıçta fırsat eşitliğine aykırıydı. Sonra da tam tersine bir fırsat eşitliğine dönüştü. Adam Hakkari'de okuyor, dershane oraya gitmiş, ayda 100 lira veriyor, kalkıp çocuğunu Boğaziçi Üniversitesi'ne gönderebiliyor. Ancak bunu hep savundum: Uygar bir devlette, işini iyi yapan bir devlette, eğitim sistemi güçlü olan bir devlette zaten böyle bir şey yok. Dünyada dershane diye bir şey yok!
Dershanecilik bizim icadımız mı?
Bizim icadımız. Türklerin icadı.
Harika!
Bu ülkede sınıflar 80 kişilikti. Ben mesela ilkokulu Muş'ta, köyümde okudum. İlkokul birden beşe kadar tüm öğrenciler tek bir sınıfta... Başlarında da bir öğretmen... Mesela biz ilkokul birdeydik, ikinci sınıfların ne yaptığını biliyorduk. İkinci sınıflar da diğer sınıfların ne yaptığını biliyordu. Biz aslında birinci sınıfta okuyorduk ama arada ikincı sınıfın derslerini de öğrenmiş oluyorduk. Şimdi Amerika'da bu sistem keşfedildi ve çok pahalıya satıyorlar. 50 bin dolara falan satıyorlar. Eğitim benim sürekli incelediğim, araştırdığım bir konu.
BİR FANİNİN KOLAY ERİŞEMEYECEĞİ ONURU YAŞADIM
"Bursa'da 30 yılda 250bin öğrenci okuttuk. Yani Bursa'da okuyan her dört kişiden birisini biz okutmuşuz. Bizim dershanelerimizde, okullarımızda, eğitim kurumlarımızda bir biçimde okumuşlar mezun olmuşlar. Bizden mezun olunca tıp fakültesine gitmiş doktor olmuş, gazeteci olmuş, mühendis olmuş, öğretmen olmuş o çocuklar.Bu bir faninin kolay ulaşamayacağı bir onurdur benim için. "
Yalnızca idealizmden mi beslendiniz? İşin ekonomik boyutu hiç mi motive etmedi sizi?
Dershanecilikte ve Sınav Okulları'nda şu ana kadar 250 bin öğrenci okuttum. Bu bir faninin kolay ulaşamayacağı bir onurdur benim için. Bursa'da 30 yılda 250 bin öğrenci okuttuk. Yani Bursa'da okuyan her dört kişiden birisini biz okutmuşuz. Bizim dershanelerimizde, okullarımızda, eğitim kurumlarımızda bir biçimde okumuşlar mezun olmuşlar. Bizden mezun olunca tıp fakültesine gitmiş doktor olmuş, gazeteci olmuş, mühendis olmuş, öğretmen olmuş o çocuklar. Neticede işin başında tabii ki para kazanmak, geçimimizi sağlamak gibi hedeflerimiz de vardı. Fakat biz para kazanmanın çok daha ötesine geçip bu işin zevkini yaşadık. İnsan okutmak, insan yetiştirmek, insan yönlendirmek... Eğitim bambaşka bir deniz, bir derya... Bu uğurda çok okuduk, çok çalıştık, çok dolaştık. Dünyayı dolaştık. Bir süre sonra para ikinci üçüncü planda kalıyor. Çünkü insanlar çocuğunu getirip teslim ediyor. Bu çok büyük bir sorumluluk. Allah korusun; işte son zamanlarda görüyorsunuz; serviste, anaokullarında, çocukların unutulması veya bir aynanın kırılması, camın kırılması... Mesela güvenlik konusu bende bir paranoyaklık düzeyindedir! Her zaman "önce güvenlik" derim. Çocuklar için bir kurum kurdum; önce güvenlik derim, sonra akademik çalışma. Güvenlik esas! Mesela bizim havuzlarımız devamlı kilitlidir. Ben bir havuzu açık bulsam o müdürü görevden alırım!
Gaddarlık boyutu desek?
Bakın insanlar bize çocuklarını teslim ediyor. Siz de annesiniz, biliyorsunuz. Yani bunun tarifi yok. Ne olursa olsun, benim eğitim kurumlarımızda üzerine en çok düştüğüm konu güvenliktir!
FETÖ İLE MÜCADELE ETTİK!
"Çok uğraştılar bizimle. Birincimiz oldu, birinciyi indirdiler. O günkü Vali, Kaymakam, Belediye Başkanı onları destekledi. Biz Mustafakemalpaşa'dan Türkiye birincisi çıkardık. Hem de soru çalmadan! Yollara bu gururun efişlerini astık, Belediye'ye paramızı yatırdık. Geldiler indirdiler afişi. Emniyet'e söyledik, sahip çıkmadılar. Kaymakam'a söyledik, sahip çıkmadı. Belediye Başkanı'na söyledik, Belediye Başkanı çok aciz kaldı. O zamanın Vali'si sahip çıkmadı bize."
Eğitim, bu ülkede, bu kentte FETÖ'nün en çok mevzilendiği sistem oldu. O kara günleri de sorsam?
Çok zor bir mücadele süreci yaşadık onlarla. Her yerde iki grup vardı. Bir FETÖ'cüler vardı, bir biz vardık. Onun için de ciddi bir çatışma vardı. Çünkü bizim dershanelerimizin evrensel bir duruşu vardı. Çok uğraştılar bizimle. Birincimiz oldu, birinciyi indirdiler. O günkü Vali, Kaymakam, Belediye Başkanı onları destekledi. Biz Mustafakemalpaşa'dan Türkiye birincisi çıkardık. Hem de soru çalmadan! Yollara bu gururun afişlerini astık, Belediye'ye paramızı yatırdık. Geldiler indirdiler afişi. Emniyet'e söyledik, sahip çıkmadılar. Kaymakam'a söyledik, sahip çıkmadı. Belediye Başkanı'na söyledik, Belediye Başkanı çok aciz kaldı. O zamanın Vali'si sahip çıkmadı bize.
FETÖ'nün devlete en fena şekilde çöktüğü zamanlar?
Maaleef... Türkiye'nin konjonktürü böyleydi. Sosyal medya da çok yoktu. Biz kendi gücümüz dahilinde bir şeyler dağıttık. Türkiye'nin değişik yerlerine astık. Çünkü 100 sorunun 100'ünü de yapmıştı çocuk. Askeri okullara giden çocuklar genelde 1-2-3 soru yanlışı olur. O zaman sorular çok zordu. O çocuk 100 sorunun 100'ünü de yapmıştı.
Ve siz bunu ilan edemediniz?
İlan edemedik. Ve çok ciddi sıkıntılarlar karşı karşıya kaldık. O günkü yöneticilere söyledik, ne yazık ki bize sahip çıkmadılar. Kavga çıkarmak istediler! Asla yılmadık, kendimizi işimizde geliştirmeye gayret ettik. Ben dünyada eğitim zirvelerine katıldım. Ve gerçekten şu anda da gururla söyleyebileceğimiz dünya çapında okullarımız var. Demirci'deki kolej örneğin. 10. yılı oldu bu sene. 70 dönüm içerisinde bir okul. Bir okulda hayvanat bahçesinin, buz pateni sahalarının, havuzların, yeşilliklerin olması, okulun ormanın içinde olması muhteşem bir şey. Şu anda 8 tane kampüsümüz var. Okul olarak kolejimiz var. 7 tane de orta okul ve dershanelerden dönüştürülen temel lise ve orta okullarımız var ve toplamda 12 bin öğrencimiz eğitim alıyor. Özel okula giden her iki çocuktan biri öğrencimizdir.
ANNE BABALAR ÇOCUKLARI PERİŞAN EDİYOR
Olmazsa olmaz kurallarınız var mıdır?
Tabii. Biz bir kere "THE Okul"uz.
"THE Okul" derken?
THE Okul demek önce takip demektir. Yani çocuk takip edilecek. Veli de takip edilecek. Çünkü çocukları boğuyorlar! Perişan ediyorlar! Anne baba kendi yaşayamadığı her şeyi çocuktan bekliyor. Yüzlerce toplantı yaptık, konuşmalar yaptık. "Bu çocuklar sizin işçileriniz değildir, çekin ellerinizi çocukların üzerinden. Çocuklar özgür bireydir, bize emanettir. Bizim işçimiz bizim kölemiz, bizim emir kulumuz değildir"dedik. Bir kere bunu önce velilere inandırmaya çalışıyoruz. Aile Kılavuzları'mız var, her anne baba okumak zorunda. Çocuğa ne denilir, ne denilmez. Çocuğa nasıl yaklaşılır, çocukla ilişkiler nasıl olur... Çünkü çok facia bir dönemde yaşıyoruz. Akşam oluyor, anne dizi izliyor, baba Facebook'ta... Çocuk ise bilgisayarın başında. Aslında çocuk evde ama gurbette. Çünkü o internetle kimbilir dünyanın hangi köşesindedir o anda çocuk. Çocuklar bizim yanımızda değiller. Yanımızda olduğunu zannediyoruz. Cismen yanımızdalar.
Ruhen yoklar?
Evet. Dolayısıyla önce çok ciddi bir şekilde çocuk takip edilecek. Ödevi, bilgi derecesi, etik durumu, yapısı, gelişim durumu... Çocuk nereden nereye geliyor, ne oluyor... Birinci önceliğimiz bu. İkincisi hakkaniyet... Her çocuğa eşit davranacağız. Özlem Hanım'ın çocuğuna özel bakalım, diğerinin çocuğunu biraz daha ikinci planda bırakalım... Öyle bir şey yok!
Bunu başarabildiniz mi?
Başarabildik. Bu okulları kurduğumda okuldan attığım ilk öğrenci, (isim vermiyor) dönemin bir bakanının yeğeni ile kendi yeğenimdi.
Gerçekten mi?
Evet gerçekten!
Nasıl bir bedel ödediniz?
Bedel ödemedim, direndim. Bakan Bey de çok anlayışla karşıladı. Beni çok bakanlar, milletvekilleri, valiler aramıştır. Hiçbirine taviz vermedik. Antep Valisi aradı beni, akrabası için. Dedim ki; "Eğer sizin akrabanızı sınıfa kabul edersem 19 çocuğu feda edeceğim." Hiç bir öğrencimizi feda etmek niyetinde değiliz. Başka okullar var, devletin okulları var oraya gitsinler. Eşitlik ve hakkaniyet bizim olmazsa olmazımız. Hiçbir şekilde bir çocuğun diğer çocuktan daha önemli olmadığını hissettirdik.
Yani zengin bir ailenin çocuğu ile orta gelirli bir ailenin çocuğu arasında hiçbir fark olmadı mı?
Asla! Asla olmadı! Ben Sınav Koleji'nin velisiyim okul kurulduğundan bu yana. Bir defa çocuğuma bir ayrıcalık tanımadım.
Hocalar tanımıştır?
Tanımadılar. Tanıttırmadım. Ve çocuğum olduğunu öğretmenler yılın sonunda öğrendiler.
Yok artık! Öğretmenler çocukların soyadından anlamadı mı?
Gerçekten bilmiyorlardı. Çünkü o soyadından çok çocuk vardı. Ben ayrıca öğretmenlerime şunu dedim; "Çocuğuma imtiyaz gösteren öğretmen benim öğretmenim değildir!" Ve çocuğumla bir defa yemekhanede yemek yemedim. Çocuğumla aynı arabada okulun içine de girmedim.
Veli toplantılarına katılsaydınız bari?
Katıldım, dinledim. Dolayısıyla ben bir veli tarafı oldum, bir okul tarafı oldum.
Veliyken memnun muydunuz okuldan?
Memnun olmadığım şeyler vardı. Onları hemen düzeltmek için çok ciddi operasyonlar yapıyordum. Çocuğumun da, kendi arkadaş çevresinden eksik gördüğü şeyleri öğrenip değerlendiriyordum. Sizin gibi arkadaşlarımız var, onların da çocukları var. Onların da çocuklarından öğreniyordum. Benim istihbaratlarım çok güçlü. Okul içerisinde bilgileri çok iyi alırım. Bütün hademeler benim arkadaşımdır.
Çok akıllıca.
En sevdiğim insanlar o hademeler. Onlarla yemek yerim, çay içerim, kahve içerim...
Aynı zamanda jurnal ekibiniz?
Jurnalci demeyelim de... Ciddi bir sistem...
Peki... Haber alma ağınız diyelim?
Bu eğitim kurumları ortak ekmek teknemizdir. Eksik gören kişi gelip söylüyorsa bu okulun sahibidir. Söylemiyorsa demek ki savsaklıyordur. Onun için biz hepimiz birbirimize söyleriz.
Sınav Okulları gerçekten çağdaş bir eğitim veriyor mu?
Biz hep çağdaştık. Ben siyaseti hiçbir şekilde eğitim kurumlarımıza karıştırmadım. Bizim sloganımız Atatürk'ün şu sözleridir: "Bütün ümidim gençliktedir."
Mottonuz bu yani?
Evet bu. O gün de FETÖ okullarına gitmeyen öğrencilerin hepsi bize gelirdi. Çünkü bizim daha evrensel, çağdaş, uygar olduğumuz bilinirdi. Mesela bana hep şu soru sorulmuştur, "siz neden Atatürk'ü çok ön plana çıkarıyorsunuz?"
Takiye mi yapıyordunuz?
Hayır! Demişiz ki; "Türkiye Cumhuriyeti, anayasası Atatürk ilke ve inkılapları ile kurulmuş bir devlet." Eğitim de buna göre olacak. Öğretmenlerimiz bazen kıyafete itiraz ediyor. Ben de diyorum ki; "Kardeşim, Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu ne diyorsa biz onu yapıyoruz. Eğitim bilgiya, araştırmaya çok açık bir konu. Allah diyor ki, "beni tartışın!" Gerisi teferruat...
Cemaat okulları karşısında haksız rekabet ortamı yasadınız mı?
Bir rekabet dönemi vardı. Çalışkan çocuklar üzerinde kavgalar çıktı. Veliler Sınav'ı tercih etti. Şimdi millet temelde cemaat okulu istemiyor. Biz millet okuluyduk. Şimdi millet devlet okulu olduk, çünkü Sınav Kolejleri'nin doğru bir yolda olduğunu eğitime siyasetin girmemesi gerektiğini , evrensel düşünme ve bilimin önünün hiçbir şekilde kapatılmaması gerektiğini o gün de söyledik, bugün de söylüyoruz, yarın da söyleyeceğiz. Çünkü bilim evrenseldir. O diğer duyduklarınız kulaktan dolma şeylerdir. Okullarımızdaki hiçbir idarecimin görüşünü sormadım! Hiçbir öğretmenimin hangi görüşte olduğunu vallahi de bilmem, billahi de bilmem! Ben iyi fizikçi ararım, iyi kimyacı ararım, iyi matematikçi ararım, iyi tarihçi ararım. Hatta tarihçiye de dedim ki, "bak, tarihi tek taraflı anlatma! Evrensel tarihi anlat. Çocukların özgürlüğünün ve bilinçsel duruşlarının önünü kapatmayın. İnsanlar çocuklarını bu okullara benim kara kaşım, kara gözüm için getirmiyor. Şu anda ilkokulda çocuklara haftada 27 saat İngilizce ders veriyoruz. Bunun yanında drama, beden eğitimi gibi diğer bütün sosyal etkinlikli dersler de İngilizce. Ve bizim çocuklarımızın hepsi takır takır İngilizce konuşuyor. Ben ilk gün dedim; eğer bunu başaramazsam kolej kelimesini kaldıracağım diye. Sınav Koleji'ne bu kadar talep olması tesadüf değil. Bütün okullarımız dolu. Bu doluluk oranı benim çok sevildiğimden değil. Bizim ortaya koyduğumuz eğitim sistemi, işimizin hassasiyeti, temizlik, güvenlik, akademik başarıdan ötürü. Bir de iyi ekiplerle çalışıyoruz, müthiş ekiplerle çalışıyoruz. Benim bütün müdürlerim öğrencilerim. Bütün genel müdürlerim de öğrencilerim. Benim jestimden, mimiğimden, duruşumdan ne demek istediğimi anlarlar. Biz müthiş bir ekibiz. Ben iyi bir futbolcu değilim ama iyi bir teknik direktörüm. Türkiye'de bir devrim daha yaptık.
Devrim derken?
'Best Program' diye bir program daha koyduk. Bu programla biz şu anda 15 bin kişi her dakika haberleşebiliyoruz. 15 bin de veli düşünün; 30 bin kişi... Veliyi 2 kişi düşünün; 40 bin kişi.... Günde biz 50 bin kişi bu otomasyon programı üzerinden hepimiz görüşüyoruz. Hiçbir eksik yok. Onun için hakkaniyet devam ediyor, eşitlik devam ediyor.
ÜNİVERSİTEMİZİ KURUYORUZ
29 EKİM'DE TEMELİ ATIYORUZ
Bundan sonrası için hedef ne?
Bundan sonrası; üniversite kuruyoruz. Velilerimizin bu yönde çok ciddi bir baskısı var. Bu arada şunu da söyleyeyim; hademeden, genel müdüre kadar, çalıştırdığımız herkesin çocuğu bizde yüzde 50 indirimli okur. Biz diyoruz ki, "önce hademenin çocuğunun okuması lazım." Çünkü hademe burayı temizlerken, anne şunu düşünüyor: "Benim çocuğum şu anda devlet okulunda çok zor şartlarda okuyor. Bu çocuklar ne iyi şartlarda okuyor." Onun için biz, önce her hademenin çocuğunu kaydediyoruz. Maddi gücü yoksa takviye ediyoruz. Diyoruz ki "senin maaşını 250 lira artıyoruz. 500 lira artırıyoruz. Sen çocuğunu burada okut." Dolaysıyla bunları yaptığımız zaman, içeride müthiş bir aidiyet duygusu oluşuyor. Neticede, çalışanımız, velimiz, öğrencilerimizin baskısıyla şimdi üniversite açıyoruz.
Nerede? Nasıl?
Çok yakında basın toplantısı yapıyoruz. Üniversitemizin yeri, mekanı, zamanı, projesi hazır. Rektörü atandı. Bursa'nın çok güzel, nezih bir yerinde açıyoruz. İnşallah hedefimiz 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda temel atmak. 100 bin metrekarelik, çok büyük, dev bir üniversite kuruyoruz. Zaten vakıf üniversitesi olduğu için kazandığınız parayı da oraya gömüyorsunuz aslında. Parayı almıyorsunuz ve hiçbir zaman alamayacaksınız. Dolayısıyla ticari değil orası. Orası bilimsel bir kurum olacak. Öğrenci sayısı 15 bini aşmayacak..... Hatta bunu vasiyetim olarak da söyledim. Ben ölsem de, öğrenci sayısı 15-20 bini aşmayacak dedim. Dünyada çok gittim gezdim, Sorbonne Üniversitesi, Cambridge Üniversitesi, Oxford Üniversitesi... Üniversiteleri inceliyorum. Özellikle bilimsel bir üniversite olmalı.
BEN YÖK'e HEP KARŞIYDIM!
YÖK'e rağmen?
Ben YÖK'e hep karşıydım. YÖK iyi bir koordinasyon merkezi olmalı. Üniversiteyi, bilimi yönlendirmeli. YÖK baskıcı olmamalı. Bir jandarma gibi değil de bir teşvik unsuru şekline gelmeli. Bizim YÖK ile irtibatlarımız da böyle devam ediyor. Biz özgür bir üniversite düşünüyoruz. Özgür bireylerin yetiştiği bir üniversite düşünüyoruz. Mesela eminim siz bunu da bilmiyorsunuzdur; ben derslere giriyorum.
Hangi derslere giriyorsunuz?
Ben insan hakları ve demokrasi dersine giriyorum. Çocukları topluyorum salona. Birgün konuk etmek isterim sizi. İzlemenizi isterim. Çocuklar bana her şeyi soruyor. Sorgulayın diyorum. Mesela siz nasıl bir okul hayal ediyorsunuz? Saçı tartışıyoruz, sakalı tartışıyoruz, kıyafeti tartışıyoruz. Anne hakları, baba hakları, vatan nedir, vatan hakkı, millet hakkı, komşu hakkı, çevre hakkı, hayvan hakkı... Neler neler tartışıyoruz bir bilseniz... Münazaralar ediyoruz. Mesela diyorum ki "beni tartışın, bana karşı protestoya geçin!"
Sonra da kendinizi kapının önünde bulun!
Yok yook... Çocuklar diyor ki "Hocam sizinle ilgili neyi eleştirelim, her şeyi söylüyorsunuz." Deyin ki diyorum; "şişman kurucu istemiyoruz. Beni kovun okuldan!" Bu melekeleriniz gelişsin, bu yönleriniz gelişsin. Biz çocuklarla bunları tartışıyoruz. Biz üniversitede özellikle sizler gibi, piyasada bu işi yapmış, çok çile çekmiş, çok tenkit görmüş, çok tenkit etmiş... Toplumla içiçe olmuş, toplumla çarpışma, çatışmanın her türlüsüne girmiş insanların bu tecrübelerini üniversitemize taşımak istiyoruz. Bunların mutlaka aktarılması lazım. Rektör'ümuz Abdullah Bayram çok değerli bir bilimadamı. YÖK üyesi idi. YÖK'ün denetleme kurulunda idi. Oradan Nişantaşı Üniversitesi'ni kurdu, şimdi bizim üniversiteyi kuruyor. Başta Bilim ve Teknoloji Üniversitesi diye düşündük; BİTÜ şeklinde. Kurduk sistemi hatta. Fakat Bursa bir ekonomi şehri takdir edersiniz. Başlangıçta 7 bölüm olacak. Fer-Edebiyat Fakültesi, tüm mühendislikler olacak. Hukuk Fakültesi olacak. İktisat Fakültesi olacak, Toplum Bilimleri Fakültesi olacak. İletişim Fakültesi olacak. İslami Bilimler Fakültesi de kurmak istiyoruz. 29 Ekim 2017'de temel atılıyor, 29 Ekim 2018'de inşaat bitiyor. 2019 yılında da eğitime başlamasını planlıyoruz.
Eğitim sistemine yönelik tartışmaların başında sınavsız sistem sistem hasleti yer alıyor. Sizve sınavsız bir sistem mümkün mü?
Böyle bir sistem dünyada yok, ahirette de yok. İmtihan devam ediyor.
Eğitimde nirvanaya ermiş gibi bir havanız var?
Evet.
Bu aslında bir eğitimcide ya da eğitim kurumlarının kurucusunda olmaması gereken bir egoya yol açmasın? Ya da açmış mıdır?
Hiç egom yok. Benim her kurumda odam var. Bizim Genel Müdürlük'te de odam var, ben hiçbir odaya oturmam ben hep lobilerde oturuyorum. Halkın arasında oturuyorum. Millet bazen bana bozuluyor. "Ya Hocam, niye buralarda oturuyorsunuz?" Diye. Hatta şunu da anlatayım; birgün lobide oturuyorum, bir veli geldi; "Gıyasettin Bey'le görüşmek istiyoruz" dedi. "Benim, buyrun" dedim. "Hayır, biz sizinle görüşmek istemiyoruz. Gıyasettin Bey'le görüşeceğiz" dedi. "Odaya buyrun" dedim, odaya gittik. Kimliğimi çıkardım,"İnanın benim" dedim. Hanımefendi inanamadı.
Kibirli değil misiniz?
Hayır, asla bilmem. Hayatta küslük bilmem. Sizinle aramda bir sorun varsa, haksızsam özür dilerim. Haklıysam, bekliyorum 24 saat siz özür dileyin diye. Dilemezseniz yine ben diliyorum. Dosyayla gitmek istemiyorum öbür tarafa! Benim dosyalarım yeter, başka dosyaya gerek yok.
Çok mu dosya var?
Çokluğu tabii izafidir, mutlaka yanlışlarımız vardır.
HEP MİLLİ EĞİTİM BAKANI OLMAK İSTEDİM; OLMADI...
Parayla aranız nasıldır?
Para taşımam, para bilmem, parayla uğraşmam ben, eğitimle uğraşırım. Çocuklarım da işin başında, 3 oğlum var. Biri mali işlerin başında. Biri işletme, alım satımın başında biri de de Sınav Koleji'nde öğrenci. Dolayısıyla ben para işiyle mümkün mertebe meşgul olmadım. Ben bilmem para işini ama takip ederim. Sistemi çok ciddi takip ederim. İyi bir takipçiyim yani. Sabah saat 10'da her şey benim telefonuma gelir. Bütün geçen zaman içinde yanlışlarım oldu, doğrularım oldu, eksilerim oldu, artılarım oldu. Ama neticede bilanço bu. Hedefim de erdemli bir insan olmak, faydalı bir insan olmak. Benim şimdiden sonra en büyük hedefim de şerefli ölmek. Bu çok büyük bir erdemdir. Bakın ben hayatımda hep Milli Eğitim Bakanı olmak istedim. İstedim vermediler.
Bu arada tevuzu diye bir durum asla yok?
Bunu hep istedim. Çünkü ben Türkiye'deki eğitim sisteminin çok ciddi sıkıntılarla karşı karşıya olduğuna inanıyorum ve halen yığın şeklinde duruyor.
Siz bakan olsaydınız, hepsi çözüme mi kavuşacaktı?
E ben sahada çok çalıştım. 30 sene ... 10 sene biliyorsunuz, İl Genel Meclisi, Belediye Meclis Üyesi, Eğitim Komisyonu... Siyasette 10 yıl... Hepsini biliyorum. Türkiye'deki sistemi biliyorum. Bakanlarla çalıştım, danışmanlık yaptım. Çok güzel işler yaptım. Dolayısıyla bu bende bir bilgi birikim haline geldi.
Ukde kaldı mı?
Tabii ki... Planı dört dörtlük yapabilecek projelerim var. Ben zaman zaman Milli Eğitim Bakanlığı'na da Bakan'a da projeleri sundum. Bazen baktım sümen altına, kenara atıyorlar, bir daha da küsüp götürmediklerim oldu. Artık hedefimde tüm bu eğitim kurumlarını çok bilimsel, çok güzel bir üniversite ile taçlandırmak var. İnşallah çok güzel bir üniversite kuracağız.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Gıyasettin Bingöl: 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda üniversitemizin temelini atıyoruz
Söyleşi konuğumuz Sınav Okulları'nın sahibi Gıyasettin Bingöl...
Söyleşi konuğumuz Sınav Okulları'nın sahibi Gıyasettin Bingöl... Gıyasettin Bingöl'ü her ne kadar uzun zamandır tanısam da, açıkçası beni şaşırtan bir söyleşi oldu. Şaşırdım. Zira, (aramızda kalsın) karşımda kasıntı ve kibirli bir adam bulacağımı zannediyordum! Bol şatafatlı bir makam odasında, kocaman kocaman laflarla, yüksek perdeden anlatacak! Öyle olunca, benim içim daralacak! İçim daralınca günüm yalan olacak! Düşüncesiyle-endişesiyle gittim söyleşiyi yaptığımız Sınav Okulu'na... Açık söylemek gerekirse hiç de öyle olmadı. En başından şart koştuğum gibi, ne istiyorsam sordum, Bingöl de istisnasız hepsine yanıt verdi. Kitapçılıktan, dershaneciliğe, oradan Sınav Kolejleri'ne ve şimdi de, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda temelini atacakları üniversiteye giden 30 yıllık bir yol... Daha en başında, fırsat eşitsizliğinden konuya girip ters köşe yapmaya niyetlenirken ben, Gıyasettin Bingöl, "uygar bir devlette dershane olmamalı!" diye konuya girdi ve gerisi gayet keyifli bir sohbet olarak geldi. Dediğim gibi, zannımın aksine kibirli bir insan değil! Hatta hiç değil. Ve fakat, eğitim söz konusu olunca tevazu sahibi de değil. Yıllarca Milli Eğitim Bakanı olmayı hayal etmiş. En nihayetinde, bakmış olmuyor. Hayaline küsüp yola devam etmiş. 30 yıl boyunca 250 bin öğrenci okutmuş. Bu noktada kendisini iyi bir teknik direktör olarak tanımlıyor. "Veliler çocukları boğuyor! Perişan ediyor! Çekin ellerinizi çocukların üzerinden!" sözleriyle, sıfır hırs noktasındaki yufka anne gönlüme fevkalade iyi geliyor. "Bahse konu olan çocuklarsa ben de güvenlik boyutu paranoyaklık düzeyindedir" sözleriyle bir paranoid hezeyandan, diğerine geçen bendenizle önemli bir ortak nokta yaratıyor. Eğitimde, hakkaniyetli olmayı şiar edinmiş. Hatta okulundan attığı ilk iki öğrenci, (isim vermiyor tabii) dönemin bakanının yeğeni ile bizzat kendi yeğeni olmuş! Bilhassa Sınav Okulları'ndaki tüm öğretmenler... Benden duymuş olun: Okulların tamamında dehşet bir "haber alma ağı" kurmuş. Ne olup bittiği anında iletiliyor! Tüm zenginler gibi O da, "Parayı sevmediğini, parayla işinin olmadığını" söylüyor! Ve en önemlisi, Gıyasettin Bingöl'ün eğitime dair nihai hedefi olan "Özgür bireylerin yetişeceği, özgür üniversite"nin temeli 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda atılıyor. Özlem Buğday Yağmur röportajı...
Ben kitapçıydım. 1980'de kitapçılığa başladım. Vaktiyle kitap işlerim çok büyüdü. İşlerim o kadar büyüdü ki, bütün Marmara Bölgesi'ne okul kitaplarını dağıtıyordum.Tiyatronun arkasında Tek Sokak var, orada kitapçı dükkanım vardı. Kitapçılar Çarşısı'nı ben kurdum Bursa'da. Hem perakande yerimiz vardı, hem Çubukçuklar Dağıtım diye dağıtım firmamız vardı. Sonra dükkanın üstü boştu, sizin gibi 1-2 arkadaş bana ısrarla "Bu bina zaten boş, burayı dershane yapın" dedi. Yıl 1989... Bursa'da 3 - 4 tane dershane vardı. Ben önce bir direndim, sonra arkadaşlarım beni ikna etti. Dershaneye başladık, dershanemiz çok büyüdü. Çok büyük talep oldu birden. 1990 senesinde oradan Setbaşı'na taşındık. Hiç unutmuyorum; seviye belirleme sınavları yapıyorduk, işte iyi çocukları alalım falan diye. 27 bin kişinin sınava girdiği zamanlar oluyordu. Sonra çok büyüdü, oradan şubeleşmeye başladık. Zannediyorum 2003 yılıydı, ilk şubemizi İnegöl'e açtık, sonra Hürriyet'te açtık, sonra Mudanya'ya açtık, sonra Muradiye'ye açtık. Derken Nilüfer'e açtık. Yıldırım tarafında hiç dershane yoktu. Ben genelde dershaneci olarak dershane bulunmayan yerlere giderdim. İnsanlar şaşırırdı. Dolayısıyla dershaneciliğin Batı'ya ve Doğu'ya kayışı benim önderliğimde olmuştur. Eskiden Kestel'den Gemlik'ten, hatta Mustafakemalpaşa'dan servisler gelirdi Bursa'ya dershane için. Hatta daha da önceleri Muş'tan Erzurum'dan, Van'dan, Tokat'tan insanlar buraya dershaneye gelirdi. İnsanlar büyük kentlere dershanelere geliyorlardı. Biz markayı ayaklarına götürerek o sistemi de kırmış olduk. Dolayısıyla dershanecilik eğitimin bir parçası haline geldi. Ayda 100 liralık dershane ücretiyle çocuk devlette alamadığı bütün eksiklerini oralarda tamamlamış oluyordu. Ve Türkiye'de dershane sayısı 5000'e dayandı. Biz de öncülüğünü yaptık.
Tam da bu noktaya gelecektim. Ben aynı zamanda hep şunu söyledim: Uygar bir devlette dersaneciliğin olmaması gerektiğini söyledim. Bakın, dershaneler önce fırsat eşitliğine aykırıydı. Sonra fırsat eşitliği oldu.
O da şöyle: O zaman Hürriyet Gazetesi başlık atmıştı hatta, "Dershaneciliğe karşı olan dershaneci" diye. Hatta "demokrat bir dershaneci" dediler. Ben hep şunu savundum. Devlet işini doğru yaparsa, ödevini yerine getirirse, tam gün yasasına geçilirse, sınıflar 24 - 30 kişiye inerse, çocuklarla birebir ilgilenilirse tabii ki dershaneciliğe ihtiyaç yok.
Şöyle oldu: Süreç içerisinde dershanecilik öyle ucuz bir hale geldi ki, yoksul insanlar da ayda 100 lira vererek çocuğunu okutup tıp fakültesine gönderebildi. Aslında başlangıçta fırsat eşitliğine aykırıydı. Sonra da tam tersine bir fırsat eşitliğine dönüştü. Adam Hakkari'de okuyor, dershane oraya gitmiş, ayda 100 lira veriyor, kalkıp çocuğunu Boğaziçi Üniversitesi'ne gönderebiliyor. Ancak bunu hep savundum: Uygar bir devlette, işini iyi yapan bir devlette, eğitim sistemi güçlü olan bir devlette zaten böyle bir şey yok. Dünyada dershane diye bir şey yok!
Bizim icadımız. Türklerin icadı.
Bu ülkede sınıflar 80 kişilikti. Ben mesela ilkokulu Muş'ta, köyümde okudum. İlkokul birden beşe kadar tüm öğrenciler tek bir sınıfta... Başlarında da bir öğretmen... Mesela biz ilkokul birdeydik, ikinci sınıfların ne yaptığını biliyorduk. İkinci sınıflar da diğer sınıfların ne yaptığını biliyordu. Biz aslında birinci sınıfta okuyorduk ama arada ikincı sınıfın derslerini de öğrenmiş oluyorduk. Şimdi Amerika'da bu sistem keşfedildi ve çok pahalıya satıyorlar. 50 bin dolara falan satıyorlar. Eğitim benim sürekli incelediğim, araştırdığım bir konu.
BİR FANİNİN KOLAY ERİŞEMEYECEĞİ ONURU YAŞADIM
"Bursa'da 30 yılda 250 bin öğrenci okuttuk. Yani Bursa'da okuyan her dört kişiden birisini biz okutmuşuz. Bizim dershanelerimizde, okullarımızda, eğitim kurumlarımızda bir biçimde okumuşlar mezun olmuşlar. Bizden mezun olunca tıp fakültesine gitmiş doktor olmuş, gazeteci olmuş, mühendis olmuş, öğretmen olmuş o çocuklar.Bu bir faninin kolay ulaşamayacağı bir onurdur benim için. "
Dershanecilikte ve Sınav Okulları'nda şu ana kadar 250 bin öğrenci okuttum. Bu bir faninin kolay ulaşamayacağı bir onurdur benim için. Bursa'da 30 yılda 250 bin öğrenci okuttuk. Yani Bursa'da okuyan her dört kişiden birisini biz okutmuşuz. Bizim dershanelerimizde, okullarımızda, eğitim kurumlarımızda bir biçimde okumuşlar mezun olmuşlar. Bizden mezun olunca tıp fakültesine gitmiş doktor olmuş, gazeteci olmuş, mühendis olmuş, öğretmen olmuş o çocuklar. Neticede işin başında tabii ki para kazanmak, geçimimizi sağlamak gibi hedeflerimiz de vardı. Fakat biz para kazanmanın çok daha ötesine geçip bu işin zevkini yaşadık. İnsan okutmak, insan yetiştirmek, insan yönlendirmek... Eğitim bambaşka bir deniz, bir derya... Bu uğurda çok okuduk, çok çalıştık, çok dolaştık. Dünyayı dolaştık. Bir süre sonra para ikinci üçüncü planda kalıyor. Çünkü insanlar çocuğunu getirip teslim ediyor. Bu çok büyük bir sorumluluk. Allah korusun; işte son zamanlarda görüyorsunuz; serviste, anaokullarında, çocukların unutulması veya bir aynanın kırılması, camın kırılması... Mesela güvenlik konusu bende bir paranoyaklık düzeyindedir! Her zaman "önce güvenlik" derim. Çocuklar için bir kurum kurdum; önce güvenlik derim, sonra akademik çalışma. Güvenlik esas! Mesela bizim havuzlarımız devamlı kilitlidir. Ben bir havuzu açık bulsam o müdürü görevden alırım!
Bakın insanlar bize çocuklarını teslim ediyor. Siz de annesiniz, biliyorsunuz. Yani bunun tarifi yok. Ne olursa olsun, benim eğitim kurumlarımızda üzerine en çok düştüğüm konu güvenliktir!
FETÖ İLE MÜCADELE ETTİK!
"Çok uğraştılar bizimle. Birincimiz oldu, birinciyi indirdiler. O günkü Vali, Kaymakam, Belediye Başkanı onları destekledi. Biz Mustafakemalpaşa'dan Türkiye birincisi çıkardık. Hem de soru çalmadan! Yollara bu gururun efişlerini astık, Belediye'ye paramızı yatırdık. Geldiler indirdiler afişi. Emniyet'e söyledik, sahip çıkmadılar. Kaymakam'a söyledik, sahip çıkmadı. Belediye Başkanı'na söyledik, Belediye Başkanı çok aciz kaldı. O zamanın Vali'si sahip çıkmadı bize."
Çok zor bir mücadele süreci yaşadık onlarla. Her yerde iki grup vardı. Bir FETÖ'cüler vardı, bir biz vardık. Onun için de ciddi bir çatışma vardı. Çünkü bizim dershanelerimizin evrensel bir duruşu vardı. Çok uğraştılar bizimle. Birincimiz oldu, birinciyi indirdiler. O günkü Vali, Kaymakam, Belediye Başkanı onları destekledi. Biz Mustafakemalpaşa'dan Türkiye birincisi çıkardık. Hem de soru çalmadan! Yollara bu gururun afişlerini astık, Belediye'ye paramızı yatırdık. Geldiler indirdiler afişi. Emniyet'e söyledik, sahip çıkmadılar. Kaymakam'a söyledik, sahip çıkmadı. Belediye Başkanı'na söyledik, Belediye Başkanı çok aciz kaldı. O zamanın Vali'si sahip çıkmadı bize.
Maaleef... Türkiye'nin konjonktürü böyleydi. Sosyal medya da çok yoktu. Biz kendi gücümüz dahilinde bir şeyler dağıttık. Türkiye'nin değişik yerlerine astık. Çünkü 100 sorunun 100'ünü de yapmıştı çocuk. Askeri okullara giden çocuklar genelde 1-2-3 soru yanlışı olur. O zaman sorular çok zordu. O çocuk 100 sorunun 100'ünü de yapmıştı.
İlan edemedik. Ve çok ciddi sıkıntılarlar karşı karşıya kaldık. O günkü yöneticilere söyledik, ne yazık ki bize sahip çıkmadılar. Kavga çıkarmak istediler! Asla yılmadık, kendimizi işimizde geliştirmeye gayret ettik. Ben dünyada eğitim zirvelerine katıldım. Ve gerçekten şu anda da gururla söyleyebileceğimiz dünya çapında okullarımız var. Demirci'deki kolej örneğin. 10. yılı oldu bu sene. 70 dönüm içerisinde bir okul. Bir okulda hayvanat bahçesinin, buz pateni sahalarının, havuzların, yeşilliklerin olması, okulun ormanın içinde olması muhteşem bir şey. Şu anda 8 tane kampüsümüz var. Okul olarak kolejimiz var. 7 tane de orta okul ve dershanelerden dönüştürülen temel lise ve orta okullarımız var ve toplamda 12 bin öğrencimiz eğitim alıyor. Özel okula giden her iki çocuktan biri öğrencimizdir.
ANNE BABALAR ÇOCUKLARI PERİŞAN EDİYOR
Tabii. Biz bir kere "THE Okul"uz.
THE Okul demek önce takip demektir. Yani çocuk takip edilecek. Veli de takip edilecek. Çünkü çocukları boğuyorlar! Perişan ediyorlar! Anne baba kendi yaşayamadığı her şeyi çocuktan bekliyor. Yüzlerce toplantı yaptık, konuşmalar yaptık. "Bu çocuklar sizin işçileriniz değildir, çekin ellerinizi çocukların üzerinden. Çocuklar özgür bireydir, bize emanettir. Bizim işçimiz bizim kölemiz, bizim emir kulumuz değildir"dedik. Bir kere bunu önce velilere inandırmaya çalışıyoruz. Aile Kılavuzları'mız var, her anne baba okumak zorunda. Çocuğa ne denilir, ne denilmez. Çocuğa nasıl yaklaşılır, çocukla ilişkiler nasıl olur... Çünkü çok facia bir dönemde yaşıyoruz. Akşam oluyor, anne dizi izliyor, baba Facebook'ta... Çocuk ise bilgisayarın başında. Aslında çocuk evde ama gurbette. Çünkü o internetle kimbilir dünyanın hangi köşesindedir o anda çocuk. Çocuklar bizim yanımızda değiller. Yanımızda olduğunu zannediyoruz. Cismen yanımızdalar.
Evet. Dolayısıyla önce çok ciddi bir şekilde çocuk takip edilecek. Ödevi, bilgi derecesi, etik durumu, yapısı, gelişim durumu... Çocuk nereden nereye geliyor, ne oluyor... Birinci önceliğimiz bu. İkincisi hakkaniyet... Her çocuğa eşit davranacağız. Özlem Hanım'ın çocuğuna özel bakalım, diğerinin çocuğunu biraz daha ikinci planda bırakalım... Öyle bir şey yok!
Başarabildik. Bu okulları kurduğumda okuldan attığım ilk öğrenci, (isim vermiyor) dönemin bir bakanının yeğeni ile kendi yeğenimdi.
Evet gerçekten!
Bedel ödemedim, direndim. Bakan Bey de çok anlayışla karşıladı. Beni çok bakanlar, milletvekilleri, valiler aramıştır. Hiçbirine taviz vermedik. Antep Valisi aradı beni, akrabası için. Dedim ki; "Eğer sizin akrabanızı sınıfa kabul edersem 19 çocuğu feda edeceğim." Hiç bir öğrencimizi feda etmek niyetinde değiliz. Başka okullar var, devletin okulları var oraya gitsinler. Eşitlik ve hakkaniyet bizim olmazsa olmazımız. Hiçbir şekilde bir çocuğun diğer çocuktan daha önemli olmadığını hissettirdik.
Asla! Asla olmadı! Ben Sınav Koleji'nin velisiyim okul kurulduğundan bu yana. Bir defa çocuğuma bir ayrıcalık tanımadım.
Tanımadılar. Tanıttırmadım. Ve çocuğum olduğunu öğretmenler yılın sonunda öğrendiler.
Gerçekten bilmiyorlardı. Çünkü o soyadından çok çocuk vardı. Ben ayrıca öğretmenlerime şunu dedim; "Çocuğuma imtiyaz gösteren öğretmen benim öğretmenim değildir!" Ve çocuğumla bir defa yemekhanede yemek yemedim. Çocuğumla aynı arabada okulun içine de girmedim.
Katıldım, dinledim. Dolayısıyla ben bir veli tarafı oldum, bir okul tarafı oldum.
Memnun olmadığım şeyler vardı. Onları hemen düzeltmek için çok ciddi operasyonlar yapıyordum. Çocuğumun da, kendi arkadaş çevresinden eksik gördüğü şeyleri öğrenip değerlendiriyordum. Sizin gibi arkadaşlarımız var, onların da çocukları var. Onların da çocuklarından öğreniyordum. Benim istihbaratlarım çok güçlü. Okul içerisinde bilgileri çok iyi alırım. Bütün hademeler benim arkadaşımdır.
En sevdiğim insanlar o hademeler. Onlarla yemek yerim, çay içerim, kahve içerim...
Jurnalci demeyelim de... Ciddi bir sistem...
Bu eğitim kurumları ortak ekmek teknemizdir. Eksik gören kişi gelip söylüyorsa bu okulun sahibidir. Söylemiyorsa demek ki savsaklıyordur. Onun için biz hepimiz birbirimize söyleriz.
Biz hep çağdaştık. Ben siyaseti hiçbir şekilde eğitim kurumlarımıza karıştırmadım. Bizim sloganımız Atatürk'ün şu sözleridir: "Bütün ümidim gençliktedir."
Evet bu. O gün de FETÖ okullarına gitmeyen öğrencilerin hepsi bize gelirdi. Çünkü bizim daha evrensel, çağdaş, uygar olduğumuz bilinirdi. Mesela bana hep şu soru sorulmuştur, "siz neden Atatürk'ü çok ön plana çıkarıyorsunuz?"
Hayır! Demişiz ki; "Türkiye Cumhuriyeti, anayasası Atatürk ilke ve inkılapları ile kurulmuş bir devlet." Eğitim de buna göre olacak. Öğretmenlerimiz bazen kıyafete itiraz ediyor. Ben de diyorum ki; "Kardeşim, Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu ne diyorsa biz onu yapıyoruz. Eğitim bilgiya, araştırmaya çok açık bir konu. Allah diyor ki, "beni tartışın!" Gerisi teferruat...
Bir rekabet dönemi vardı. Çalışkan çocuklar üzerinde kavgalar çıktı. Veliler Sınav'ı tercih etti. Şimdi millet temelde cemaat okulu istemiyor. Biz millet okuluyduk. Şimdi millet devlet okulu olduk, çünkü Sınav Kolejleri'nin doğru bir yolda olduğunu eğitime siyasetin girmemesi gerektiğini , evrensel düşünme ve bilimin önünün hiçbir şekilde kapatılmaması gerektiğini o gün de söyledik, bugün de söylüyoruz, yarın da söyleyeceğiz. Çünkü bilim evrenseldir. O diğer duyduklarınız kulaktan dolma şeylerdir. Okullarımızdaki hiçbir idarecimin görüşünü sormadım! Hiçbir öğretmenimin hangi görüşte olduğunu vallahi de bilmem, billahi de bilmem! Ben iyi fizikçi ararım, iyi kimyacı ararım, iyi matematikçi ararım, iyi tarihçi ararım. Hatta tarihçiye de dedim ki, "bak, tarihi tek taraflı anlatma! Evrensel tarihi anlat. Çocukların özgürlüğünün ve bilinçsel duruşlarının önünü kapatmayın. İnsanlar çocuklarını bu okullara benim kara kaşım, kara gözüm için getirmiyor. Şu anda ilkokulda çocuklara haftada 27 saat İngilizce ders veriyoruz. Bunun yanında drama, beden eğitimi gibi diğer bütün sosyal etkinlikli dersler de İngilizce. Ve bizim çocuklarımızın hepsi takır takır İngilizce konuşuyor. Ben ilk gün dedim; eğer bunu başaramazsam kolej kelimesini kaldıracağım diye. Sınav Koleji'ne bu kadar talep olması tesadüf değil. Bütün okullarımız dolu. Bu doluluk oranı benim çok sevildiğimden değil. Bizim ortaya koyduğumuz eğitim sistemi, işimizin hassasiyeti, temizlik, güvenlik, akademik başarıdan ötürü. Bir de iyi ekiplerle çalışıyoruz, müthiş ekiplerle çalışıyoruz. Benim bütün müdürlerim öğrencilerim. Bütün genel müdürlerim de öğrencilerim. Benim jestimden, mimiğimden, duruşumdan ne demek istediğimi anlarlar. Biz müthiş bir ekibiz. Ben iyi bir futbolcu değilim ama iyi bir teknik direktörüm. Türkiye'de bir devrim daha yaptık.
'Best Program' diye bir program daha koyduk. Bu programla biz şu anda 15 bin kişi her dakika haberleşebiliyoruz. 15 bin de veli düşünün; 30 bin kişi... Veliyi 2 kişi düşünün; 40 bin kişi.... Günde biz 50 bin kişi bu otomasyon programı üzerinden hepimiz görüşüyoruz. Hiçbir eksik yok. Onun için hakkaniyet devam ediyor, eşitlik devam ediyor.
ÜNİVERSİTEMİZİ KURUYORUZ
29 EKİM'DE TEMELİ ATIYORUZ
Bundan sonrası; üniversite kuruyoruz. Velilerimizin bu yönde çok ciddi bir baskısı var. Bu arada şunu da söyleyeyim; hademeden, genel müdüre kadar, çalıştırdığımız herkesin çocuğu bizde yüzde 50 indirimli okur. Biz diyoruz ki, "önce hademenin çocuğunun okuması lazım." Çünkü hademe burayı temizlerken, anne şunu düşünüyor: "Benim çocuğum şu anda devlet okulunda çok zor şartlarda okuyor. Bu çocuklar ne iyi şartlarda okuyor." Onun için biz, önce her hademenin çocuğunu kaydediyoruz. Maddi gücü yoksa takviye ediyoruz. Diyoruz ki "senin maaşını 250 lira artıyoruz. 500 lira artırıyoruz. Sen çocuğunu burada okut." Dolaysıyla bunları yaptığımız zaman, içeride müthiş bir aidiyet duygusu oluşuyor. Neticede, çalışanımız, velimiz, öğrencilerimizin baskısıyla şimdi üniversite açıyoruz.
Çok yakında basın toplantısı yapıyoruz. Üniversitemizin yeri, mekanı, zamanı, projesi hazır. Rektörü atandı. Bursa'nın çok güzel, nezih bir yerinde açıyoruz. İnşallah hedefimiz 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda temel atmak. 100 bin metrekarelik, çok büyük, dev bir üniversite kuruyoruz. Zaten vakıf üniversitesi olduğu için kazandığınız parayı da oraya gömüyorsunuz aslında. Parayı almıyorsunuz ve hiçbir zaman alamayacaksınız. Dolayısıyla ticari değil orası. Orası bilimsel bir kurum olacak. Öğrenci sayısı 15 bini aşmayacak..... Hatta bunu vasiyetim olarak da söyledim. Ben ölsem de, öğrenci sayısı 15-20 bini aşmayacak dedim. Dünyada çok gittim gezdim, Sorbonne Üniversitesi, Cambridge Üniversitesi, Oxford Üniversitesi... Üniversiteleri inceliyorum. Özellikle bilimsel bir üniversite olmalı.
BEN YÖK'e HEP KARŞIYDIM!
Ben YÖK'e hep karşıydım. YÖK iyi bir koordinasyon merkezi olmalı. Üniversiteyi, bilimi yönlendirmeli. YÖK baskıcı olmamalı. Bir jandarma gibi değil de bir teşvik unsuru şekline gelmeli. Bizim YÖK ile irtibatlarımız da böyle devam ediyor. Biz özgür bir üniversite düşünüyoruz. Özgür bireylerin yetiştiği bir üniversite düşünüyoruz. Mesela eminim siz bunu da bilmiyorsunuzdur; ben derslere giriyorum.
Ben insan hakları ve demokrasi dersine giriyorum. Çocukları topluyorum salona. Birgün konuk etmek isterim sizi. İzlemenizi isterim. Çocuklar bana her şeyi soruyor. Sorgulayın diyorum. Mesela siz nasıl bir okul hayal ediyorsunuz? Saçı tartışıyoruz, sakalı tartışıyoruz, kıyafeti tartışıyoruz. Anne hakları, baba hakları, vatan nedir, vatan hakkı, millet hakkı, komşu hakkı, çevre hakkı, hayvan hakkı... Neler neler tartışıyoruz bir bilseniz... Münazaralar ediyoruz. Mesela diyorum ki "beni tartışın, bana karşı protestoya geçin!"
Yok yook... Çocuklar diyor ki "Hocam sizinle ilgili neyi eleştirelim, her şeyi söylüyorsunuz." Deyin ki diyorum; "şişman kurucu istemiyoruz. Beni kovun okuldan!" Bu melekeleriniz gelişsin, bu yönleriniz gelişsin. Biz çocuklarla bunları tartışıyoruz. Biz üniversitede özellikle sizler gibi, piyasada bu işi yapmış, çok çile çekmiş, çok tenkit görmüş, çok tenkit etmiş... Toplumla içiçe olmuş, toplumla çarpışma, çatışmanın her türlüsüne girmiş insanların bu tecrübelerini üniversitemize taşımak istiyoruz. Bunların mutlaka aktarılması lazım. Rektör'ümuz Abdullah Bayram çok değerli bir bilimadamı. YÖK üyesi idi. YÖK'ün denetleme kurulunda idi. Oradan Nişantaşı Üniversitesi'ni kurdu, şimdi bizim üniversiteyi kuruyor. Başta Bilim ve Teknoloji Üniversitesi diye düşündük; BİTÜ şeklinde. Kurduk sistemi hatta. Fakat Bursa bir ekonomi şehri takdir edersiniz. Başlangıçta 7 bölüm olacak. Fer-Edebiyat Fakültesi, tüm mühendislikler olacak. Hukuk Fakültesi olacak. İktisat Fakültesi olacak, Toplum Bilimleri Fakültesi olacak. İletişim Fakültesi olacak. İslami Bilimler Fakültesi de kurmak istiyoruz. 29 Ekim 2017'de temel atılıyor, 29 Ekim 2018'de inşaat bitiyor. 2019 yılında da eğitime başlamasını planlıyoruz.
Böyle bir sistem dünyada yok, ahirette de yok. İmtihan devam ediyor.
Evet.
Hiç egom yok. Benim her kurumda odam var. Bizim Genel Müdürlük'te de odam var, ben hiçbir odaya oturmam ben hep lobilerde oturuyorum. Halkın arasında oturuyorum. Millet bazen bana bozuluyor. "Ya Hocam, niye buralarda oturuyorsunuz?" Diye. Hatta şunu da anlatayım; birgün lobide oturuyorum, bir veli geldi; "Gıyasettin Bey'le görüşmek istiyoruz" dedi. "Benim, buyrun" dedim. "Hayır, biz sizinle görüşmek istemiyoruz. Gıyasettin Bey'le görüşeceğiz" dedi. "Odaya buyrun" dedim, odaya gittik. Kimliğimi çıkardım,"İnanın benim" dedim. Hanımefendi inanamadı.
Hayır, asla bilmem. Hayatta küslük bilmem. Sizinle aramda bir sorun varsa, haksızsam özür dilerim. Haklıysam, bekliyorum 24 saat siz özür dileyin diye. Dilemezseniz yine ben diliyorum. Dosyayla gitmek istemiyorum öbür tarafa! Benim dosyalarım yeter, başka dosyaya gerek yok.
Çokluğu tabii izafidir, mutlaka yanlışlarımız vardır.
HEP MİLLİ EĞİTİM BAKANI OLMAK İSTEDİM; OLMADI...
Para taşımam, para bilmem, parayla uğraşmam ben, eğitimle uğraşırım. Çocuklarım da işin başında, 3 oğlum var. Biri mali işlerin başında. Biri işletme, alım satımın başında biri de de Sınav Koleji'nde öğrenci. Dolayısıyla ben para işiyle mümkün mertebe meşgul olmadım. Ben bilmem para işini ama takip ederim. Sistemi çok ciddi takip ederim. İyi bir takipçiyim yani. Sabah saat 10'da her şey benim telefonuma gelir. Bütün geçen zaman içinde yanlışlarım oldu, doğrularım oldu, eksilerim oldu, artılarım oldu. Ama neticede bilanço bu. Hedefim de erdemli bir insan olmak, faydalı bir insan olmak. Benim şimdiden sonra en büyük hedefim de şerefli ölmek. Bu çok büyük bir erdemdir. Bakın ben hayatımda hep Milli Eğitim Bakanı olmak istedim. İstedim vermediler.
Bunu hep istedim. Çünkü ben Türkiye'deki eğitim sisteminin çok ciddi sıkıntılarla karşı karşıya olduğuna inanıyorum ve halen yığın şeklinde duruyor.
E ben sahada çok çalıştım. 30 sene ... 10 sene biliyorsunuz, İl Genel Meclisi, Belediye Meclis Üyesi, Eğitim Komisyonu... Siyasette 10 yıl... Hepsini biliyorum. Türkiye'deki sistemi biliyorum. Bakanlarla çalıştım, danışmanlık yaptım. Çok güzel işler yaptım. Dolayısıyla bu bende bir bilgi birikim haline geldi.
Tabii ki... Planı dört dörtlük yapabilecek projelerim var. Ben zaman zaman Milli Eğitim Bakanlığı'na da Bakan'a da projeleri sundum. Bazen baktım sümen altına, kenara atıyorlar, bir daha da küsüp götürmediklerim oldu. Artık hedefimde tüm bu eğitim kurumlarını çok bilimsel, çok güzel bir üniversite ile taçlandırmak var. İnşallah çok güzel bir üniversite kuracağız.
En Çok Okunan Haberler