Hava Durumu

Ayşe Alagöz Aşk Tanrıçaları'nın hikayelerini yazdı; Erkek Atlası

Lodos Dergi ve Lodos Haber'in güzel seyyahı, Ayşe Alagöz ilk kitabını yazdı.

Haber Giriş Tarihi: 28.09.2017 17:06
Haber Güncellenme Tarihi: 28.09.2017 17:06
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.lodoshaber.com
Ayşe Alagöz Aşk Tanrıçaları'nın hikayelerini yazdı; Erkek Atlası

Sonunda bu da oldu. Lodos Dergi ve Lodos Haber'in güzel seyyahı, benim kadim dostum Ayşe Alagöz ilk kitabını yazdı. Hem de aşkı anlatan bir kitap... Öyle olunca, serdeki tüm hasetimle soluğu Ayşe'nin yanında aldım. Nasıl yazdın? Ne ara yazdın? Neyi anlattın? Ben sordum, Ayşe, "Aşk Tanrıçaları" adını verdiği o itaatsiz, o cesur kadınların, gurbetçisi oldukları Newyork'ta yaşadıkları aşkları hikayeleştirdiği Erkek Atlası adlı ilk kitabını anlattı. Şu hayatta tanıdığım en matrak kadınlardan biri olan Ayşe, tam da tahmin ettiğim gibi, kitabında yüksek edebiyat yapmamış. Yeltenmemiş bile... "Aşkın milenyum halini hicivle yazmış." Kitapta yer alan sekiz ayrı hikayede, memleketlerinden kalkıp Amerika'ya gitme ve orada yaşama tutunma cesareti göstermiş, içlerinde başka başka kadınları da barındıran 8 farklı kadının 8 farklı adamla yaşadığı Doğu-Batı sentezi aşk konu ediliyor. Ayşe'nin kitabı Kasım ayında okurla buluşacak. O kitabı ilk alanlardan biri olacağım, hasetle, zevkle, iftiharla, kahkahalarla okuyacağım. Benim epey hiperafktif, ziyadesiyle zeki, fena halde cesur ve yeterince kaçık arkadaşım... Hem senin, hem de kitabının yolu açık olsun... Sen hep üret, hep yaz... Ben de seninle tıpkı şimdi olduğu gibi daima iftihar edeyim...

Özlem Buğday Yağmur Röportajı...


  • Karşımda, hem çocukluk arkadaşım, hem de Lodos'umun güzel seyyahı Ayşe var. Ve ben seni, dünyayı gezdiğin için, gittiğin her yerin hakkını verdiğin ve sonrasında çok güzel yazılar yazdığın için, şahane bir kalemin olduğu için, tiyatro oyunları yazdığın, yönettiğin ve oynadığın için, her parmağının her birinde ayrı marifet olduğu için zaten yeterince kıskanırken, sen bir de kalktın kitap yazdın! Bence gardını alarak başla. Çünkü gerçekten bu söyleşinin sonu nasıl gelir ben de bilmiyorum.

Bir kere kalem konusunda sen benden üstünsün. Sen gazeteci kalemi, ben hayalperest bir kalem diyelim.

  • Şahane bir kalem...

Teşekkürler... Ben hayal ederken ederken bir kitap projesi doğdu. Ama projeden önce, sanıyorum ki yaşanmışlıklar öyle bir hale geliyor ki; 15 yaşımdan beri arkadaşım olan sevgili Ünal, (Ünal Hocaoğlu) bana hep derdi ki; "Gözlem kulene çekildin. Kimbilir neler  biriktiriyorsun? "Hakikaten o  kuleden bakarken o kadar çok şeyi gözlemlemişim ki, sonunda kafamdaki  kelimeler toparlanıp cümlelere, cümleler bir şekilde hikayelere döndü ve "Erkek Atlası" diye bir kitap çıktı.

  • Nasıl bir kitap Erkek Atlası?

Hamaratlığıyla nam salmış bir anneden filizlenen, erkeğin suyuna gitmeyi, nabza göre şerbet vermeyi küçücük bir kızken öğrenen, kan kusup kızılcık şerbeti içtim demeyi fazilet bilen ortalama bir Türk kadını, dünyanın öteki ucunda, kendinden bunları beklemeyen erkeklerle karşılaştığında çok farklı hikayeler çıkıyor ortaya. Kendimden de biliyorum bunu. Aslında bu noktadan çıkıp yazdım Erkek Atlası'nı.

  • Bir nevi yabancı damat hikayeleri?

Evet, yabancı damatları yazdım. Sadece evlilikleri değil, Türk kadınlarının tabiri caizse, Anadolu Tanrıçaları'nın dünyadaki diğer kültürlerden gelen erkeklerle olan aşk hikayelerini yazdım.

  • Nasıl aşklar bunlar?

Bir kere çok edebiyat yok, eğlenceli. Ama şunu da yapmak istemedim açıkçası; "Pucca'nın Günlüğü"nü okuduğumda "bunu ben yazamam" dedim. O dile sahip değilim. Ben daha fazla entelektüel bir dile sahibim, o da insanları sıkabilir. Entelektüel Pucca tarzı bir şey oldu. Çünkü okuyanlar her hikayenin sonunda kültürel bir şeyler öğrenecek. Yazılarımdan da biliyorsun, Lodos'ta da mesela gezi yazısı yazarken mutlaka oranın kültürünü, tarihini aktarırım. Çünkü bizde boş yazar yok. Mutlaka okuduğundan bir şey kazanmış olman gerekiyor. Ama eğlenceli, ama kazanımlı.

  • Yüksek edebiyat yapmadın?

Öyle diyelim.

  • Kitapta hiç dram yok mu?

Her gün içine balıklama atlamaya zorunlu olduğumuz bu sert yaşamda yumuşak iniş yapmaya yarayan iki şey var sanat ve aşk. Sanatsal olmasa da aşk var. Aşk olan yerde dram olmaz mı? Bilmediğin bir coğrafyada, bir şeyler yaşamaya cesaret eden, kadere teslim olmamış , itaat peşinde olmayan, keşfetmeye ve yeniliğe açık kadınlar varken sence dram olmaz mı?! Mesela bu Anadolu tanrıçalarının, uzak diyarlarda değerleri değersizleşir mi? Ya da iklim değişse de bütün erkekler aynı mı? Kadın kaçar, erkek kovalar denklemi tepetaklak mı olur, yoksa gerçek anlamını mı bulur onlar için? Bu sorular bile, sorunun cevabını veriyor sanırım. Sekiz ayrı hikayeden oluşan kitaptaki tüm olaylar New York şehrinde geçiyor. Dolayısıyla tüm esas oğlanlar yabancı.

  • Tam da bunu sormak istiyorum. Tamam, damatlar yabancı, da, onlarla aşk yaşayan kadınlar yine bizimkiler. Ve dram bizim fıtratımızda var.

Kesinlikle öyle. Bu arada, Patagonya'dan da gelse, New York'tan da gelse, Sivas'tan da gelse erkek erkektir diye düşünelim ve hikayelerimizi öyle okuyalım.  Şimdi ben ilk gittiğimde, eminim sen de aynı şeyi hissederdin. Biz tabii Bursa gibi bir yerde büyüdük. Ailelerimiz eğitimli insanlar falan ama Bursa Kız Lisesi'nde okuduk değil mi? Saçlarımızı örgü yapmadığımızda kızılan, eteklerimizin boyu başımıza dert olan bir okul... Ben 35 yaşımda Amerika'ya gittiğimde genç kızların, genç kadınların, kadınlıklarını geri çekmeden, güzelliklerini utanarak göstermeden, göğüslerini gere gere dolandıklarını gördüm. Ya da karşıdaki adam flört ederken, karşılık vermemezlik etmiyordu o kadınlar. Flörte karşılık veriyordu ama adam da ona musallat olmuyordu. Bunları gözümle gördükçe ne kadar hasetlendiğimi ve kıskandığımı anlatamam. Amerika'nın lüks arabalarını, Manhattan'ın o çok katlı binalarını falan değil, bir sanatsal etkinliklerini yani şehirli olmanın ne demek olduğunu, bir de kadınlarını çok kıskandım. "Bizim de flört etmeye hakkımız var" diye düşündüm. "Göz göze geldiğinde gözlerini kaçırmak zorundasın" eğitimi ile büyüdüğün için bakmak istesen bile bakamazsın ya... Oysa bir kadın güldüğünde, dünya bile hangi yöne gideceğini şaşırır. Biz Türk kadınları, kendi değerimizi ve gücümüzü hep başkaları üzerinden vermeye güdümlenerek büyütülüyoruz. Orada yaşayan 80 yaşındaki kadın bile belki de bu yüzden hala hayata bağlı.

  • Ve sen hasetlene hasetlene kadın erkek ilişkilerini gözlemeye başladın?

Evet, duygular evrensel. Aşk, her yerde aşk. Herkes aşık olmayı biliyor ama ilişki konusunda tıkanıyor. Dünyadaki tüm ilişkiler evrensel duyularla başlıyor ama toplumsal faktörlerle şekilleniyor. Örneğin Türkiye'de ilişkiyi sağlıklı yürütebilmek için aile onayı şart ama hikayeler New York'ta geçiyor. Oradaki toplumdaki ilişki dinamikleri apayrı.

  • Kaç kadın karakter var ?

Sekiz kadın var. Kadın karakterlerin içinde, biz hepimiz kadınız ve hepimizin içinde kaç tane kadıncıklarımız var. O kadınların içinde 4-5 tane kadın var. Ama kültürler sabit. Mesela diyeyim ki, Amerikalı bir erkekle çıkan Türk kadını var, bu Türk kadınının ailesi, nereden geldiği, Türkiye'nin Güney'nden mi, Doğu'sundan mı, Batı'sından mı geldiği ile oradaki hayata adaptasyonu, başlama şekli veya hayata bakışı biraz şekillenmiş tabii ki. Bir hostesimiz var mesela. İlginç bir karakter. Çok şişman bir kızımız var; erkekler tarafından beğenilmediğini zanneden bir karakter...

  • Sekiz kurgu kadın. Ama her birinin içinde başka başka kadınlar da var.

Bir kadının içinde 4-5 karakter varsa, onlardan bir tanesi ile benim kendi verdiğim tepkiyi de mutlaka karıştırmışımdır. Erkeklere gelince... Onlar da kurgu. Mesela erkek karakterlerden biri, arkadaşımın eşi ile diğer arkadaşımın sevgilisinin karışımı.

  • Erkekleri, kadınları toplayıp kolaj yaptın?

Kolaj, evet kolaj... Ve hakikaten, Latin'inden bir tane, Ortadoğu'dan bir tane, Avrupa'dan bir tane, oradan bir tane şeklinde... Bir de çok dolaştığım, farklı ülkeleri gezdiğim için...

  • Bu kadar çok gezmene rağmen hikayeler neden Newyork'ta geçiyor?

Çünkü Newyork, 67 milletin buluştuğu, 72 dilin konuşulduğu bir yer. Tam bir lunapark..

  • Torpilli bir karakterin var mı?

Yok. Hepsi eşit... Aslında kitapta bir Türk erkeğinin hikayesi yok ama Türk erkeğinin orada bir bölümü var tabii.

  • Bölümü derken?

Var, o sürpriz. Söylemeyeyim şimdi onu. Ama ileride bu kitapla ne yapacağımı sorarsan eğer... Soruları da ben sormaya başladım. Susuyorum, duruyorum.

  • Sor lütfen. Ama çok ısrar ettin madem ben sorayım. Ne yapacaksın bu kitapla?

Bu kitabın PR'nı Sibel Bağcı Uzun yapıyor. Editörlüğünü de o yaptı zaten. Sibel Bağcı Uzun şöyle bir şey geliştirdi. Ben Newyork'ta imza günü yapacaktım. Çünkü oradaki arkadaşlarım tarafından istenmişti. Tabii Amerikalılar da istiyor kitabı. İngilizce'ye çevirme konusunda çalışmalarım var. Biraz zor tabii, çünkü bizim Türk mizahı ile Amerikan mizahının alakası yok! Bir de hakikaten ben orada yaşarken, normalde sen beni biliyorsun; biz gerektiğinde lafı gediğine koyabilen, komik falan insanlarız. Ben o komikliğimi kaybettim. Dili konuşuyorum ama mizah yapamıyorum.

  • Bu çok kötü bir şey. Mizahsız bir kadına mı dönüştün orada?

Mizahsız, laf sokamayan bir kadın oldum.

  • Laf sokamayan bir kadın? Bu ölümcül!

Ya tabii, hep diyorum ya, belki bilirsin, ilk oyunumda da hatta sahne vardı; elektronik sözlük mutfak çekmecesindeydi. Kocam beni kızdırınca oradan bakıp, "hııı, o kelimeyi buldum" deyip, laf sokmaya veya espri yapmaya çalışan bir kadın karakter vardı. Aynı onun durumu. Tabii ki İngilizce'yi bilerek  gitmiştim ama mizah apayrı.

  • Peki laf sokmayı ne zaman öğrendin? Ayşe'yi oraya gerçek anlamada, diliyle, mizahıyla adapte edebilmen ne kadar sürdü? Ya da hiç laf sokamadan döndün mü?

Yok yok kültüre ve dile adapte olunca, konuya ısındım. Şu an Amerikalıların esprilerini anlasam da, onlar yine de yaptığım esprilere pek gülmüyor. Çünkü bizim kültürümüzden bi haberler.

  • Amerikalı bir eşin oldu, orada onunla yaşadın. Onunla yaşadıkların o evlilikten aldığın tecrübeler ne kadar yansıdı kitaba?

O farklı bir şeydi. O evlilik orada durdu ama evliliğim süresince Newyork'ta kalıp tanıdığım insanlar, girdiğim ortamlar falan tabii ki yansıdı. Duyduğum hikayeler yansıdı. Ben bir hikaye toplayıcısıyım aslında. Ve Newyork'ta bir ekip var, 'Story Gangster' diye; 'Hikaye Gangesterleri.' Ben onlardan birine dönüşmüş durumdayım. Ve bir şekilde de onlarla kontağım var şu anda. Mesela Türkiye'de 'Hikaye Anlatıcıları' oldu biliyorsunuz, 'Masal Anlatıcıları'... 'Story Gangster'lar apayrı. Bunlar hikaye toplayıp bir data oluşturuyorlar. Bu filmler falan nereden çıkıyor? Böyle bir data olmadan bir anda insan kafasından uyduramıyor tabii ki... Mesela bana "Gel, Türkiye'den insanların hikayelerini anlat, bir filmde veya dizide karakter olarak ortaya çıkabilir" dediler.

Biz Tehlikeli Kadınlarız!

"Amerika'da, Batı'da göremediği anaçlığı buluyor erkekler bizde. Çünkü bizde anaç taraf var. Batılı kadınlar kadar feminen taraf da var. Ama oradaki feminen, eğer çok feminen olursa çok nazlı oluyor. Ve hiçbir şey yapmıyor. Ve dokunmuyor bile. Böyle bir havalarda oluyor. Ya da feminen olmuyor, bu sefer de erkek gibi oluyor ve acayip iyi bir hayat arkadaşı oluyor. Biz bunların tam arasındayız Doğu-Batı sentezinde. Feminen olmamıza rağmen o kadar nazlı değiliz. Çünkü biz taşın altına elimizi sokmuş kadınlarız. Öyle olmak durumundayız, yoktan var etmeyi bilen, geçindirmeyi bilen, adamın yanında durmayı bilen... İlk önce "ben" demeyen kadınlarız! Erkek bunda şaşırıyor. Eğitimlisin, güzelsin... Ayaklarının üstünde duruyorsun ama buna rağmen adamı önüne koyuyorsun. Bu kombinasyonda nasıl davranacaklarını bilemiyorlar ve şaşırıyorlar. "Nasıl bir şeysiniz?" falan diyorlar. Türk kadınlarını çok merak eden yabancı erkek arkadaşlarım var."

  •   Amerikalı bir adamla evli olmak nasıl bir şeydi?

Doğu'yla Batı'nın sentezini yapmış bir ülkeyiz biz. Bir de Lübnan böyle. Lübnan'daki kadın arkadaşlarımda da bunu görüyordum. Bence biz dünya erkekleri için en tehlikeli kadınlarız!

  • Hadi buyur. Neden?

Amerika'da, Batı'da göremediği anaçlığı buluyor erkekler bizde anaç taraf var. Batılı kadınlar kadar feminen taraf da var. Ama oradaki feminen, eğer çok feminen olursa çok nazlı oluyor. Ve hiçbir şey yapmıyor. Ve dokunmuyor bile. Böyle bir havalarda oluyor. Ya da feminen olmuyor, bu sefer de erkek gibi oluyor ve acayip iyi bir hayat arkadaşı oluyor. Biz bunların tam arasındayız Doğu-Batı sentezinde. Feminen olmamıza rağmen o kadar nazlı değiliz. Çünkü biz taşın altına elimizi sokmuş kadınlarız. Öyle olmak durumundayız, yoktan var etmeyi bilen, geçindirmeyi bilen, adamın yanında durmayı bilen... İlk önce "ben" demeyen kadınlarız! Erkek bunda şaşırıyor. Eğitimlisin, güzelsin... Ayaklarının üstünde duruyorsun ama buna rağmen adamı önüne koyuyorsun. Bu kombinasyonda nasıl davranacaklarını bilemiyorlar ve şaşırıyorlar. "Nasıl bir şeysiniz?" falan diyorlar. Türk kadınlarını çok merak eden yabancı erkek arkadaşlarım var. "Ya siz nasıl bir şeysiniz?" diye ülkemizi merak eden. Dinamiklerimizi çok anlayamıyorlar zaten.

Çağ nevrotik ise aşkın suçu ne?

  • Kitaptaki insanların birbiriyle olan ilişkileri nasıl sonlanıyor? Mutlu son mu galip geliyor?

Mutlu sona evlilik diye bakılır ya; biz Türk filmleri ile büyüdük. Aslında mutlu son bir evlilik değil. Evlilik bir başlangıç. Ve bence aşk, evliliği yürütebilen en son şey! Dünyada ne kadar insan varsa o kadar mutluluk tanımı vardır herhalde. Tüm kültürlerde  kişinin mutluluğa giden yoldaki "olmaz ise olmaz"ı  kendi ile barışık ve mutlu olması bence. Sen mutlu değilsen, karşındakini nasıl edersin ? Ayrıca sonsuz aşka dayanan kalp yok derler. Her aşkın son kullanma tarihi olan bir yüzyılda yaşıyoruz. Çağ nevrotik ise aşkın suçu ne?

  • Kitabın adı Erkek Atlası ama eminim ki kadının ön planda olduğu bir kitap okuyacağız?

Evet, kadınlar anlattığı için, kadınların ağzından yazıldığı için kadın duygusallığı ön planda. Bu arada erkeklere de cevap hakkı doğmuş olabilir. Eeeee, cevap hakkı doğarsa şayet, bir Türk erkeği de otursun yazsın...

  • Karakterlere yaklaşırken ne kadar objektif oldun? Ya da olabildin mi?

Objektif olmaya hiç çalışmadım. Aşk objektif bir şey değil zaten. Sadece farklı hikayeler. Bir de sanırım benim roman yazmayı öğrenmem lazım. Roman çok farklı bir şey, çok kurgusal. Novella diye Latin Amerika'dan bir akım var şu sıralar. Yani kısa filmler gibi artık kısa romanlar yazılıyor.  Ben çok hızlı düşünüyorum bir şey yaratırken, bu yüzden çok tasvir yazmaya sabrım yok sanırım. Mesela bu kitapta çok tasvir yok.

  • Ben de pek sevemedim betimleme işini.

Sanıyorum bu kadar görsellik, bu kadar sosyal medyadan sonra, insanların bir dönemin Balzac'ında olduğu gibi, bir ağacın kıpırdanışını ve baharın gelişini 3 sayfa boyunca okumak istediklerini sanmıyorum. Okuma yazma alışkanlıkları değişti. Ben de  aşkın milenyum halini yaşayan kişileri kurguladım. Kitap okurlarla buluştuktan, insanlar okuduktan sonra, hangi karakterleri daha çok sevdiler, hangi hikaye çok beğenildi? Herkesten not almak istiyorum.

  • Geri dönüşlerini alacaksın tabii... Ne kadar sürdü bu kitabı yazman, hazırlaman?

Erkek Atlası benim için yoğun bir hayal kurma ürünü. Hayattaki en büyük düşüm dünyayı tanımak ve yaşama daha çok nüfus edebilmek. Sanırım bu güdü beni çok kültürlü ve çok insanlı ve dolayısıyla çok renkli bir yola sürükledi. İçimdeki renkleri sayfalara dökmenin zamanın geldiğini düşündüm ve yazmaya başladım. Kısa sürede yazdım bir çırpıda. Cahil cesareti ile bastırmaya karar verdim. Şimdi ise yepyeni bir tutkum var. Daha iyi yazmak istiyorum.

  • Kısa sürede yazmak gibi bir huyun var senin. Enteresansın.

Galiba hangi türde yazabileceğimi bildim artık. Bana roman yaz desen böyle bir şey yazamam. Şu çok güzeldi; yakın çevrem tabii yazdığımı biliyor. Pilatese gidiyorum; Pilates Hocam "Ayşe Hanım şimdi karakter n'olcak? E gidecek mi oraya" "Bilmiyorum daha yazmadım." Bir sonraki derse gidiyorum; "Yazdınız mı? Gitti mi oraya?" ya da, "Aayyy... Aşık oldular mı?" gibi... Yazarken yakınımda olanlar, annem falan mesela "Allah'ım şöyle oturaklı, usturuplu bir kadın yok bütün kitapta" diyordu. Evet yok.

  • Usturupsuz kadınlar mı var?

Usturupsuz demeyelim ama tipik kadın jargonundan farklılar. Biliyorsun bizim diyarlarda bir erkekten telefon numarası isteyen ve ilk aramayı yapan kadınlar; aşk köprüsünü henüz kurulmamışken temelinden sarsıp yıkmaya başlamış olur. Erkek Atlası'ndaki  karakterler  yerini yurdunu bırakıp Amerika'ya gitme cesareti gösteren kadınlar... En cesur insanlar en uzağa gitmiş, yeni ufuklara yelken açabilen insanlardır... Hiç kolay bir şey değil uzaklarda var olmak... Hele başka bir kültürde var olmak... Hiç kolay değil. Aslında bu hayatta kendin olmak kolay değil.

  • Ne zaman buluşuyor kitap okurlarıyla?

Ekim sonu, Kasım başı gibi. Kasım'da çıkmış olması gerekiyor, çünkü Kasım'da Amerika'da bunu tek kişilik bir stand-up gösterisine dönüştürelim diye bir projemiz var. Kadın erkek ilişkileri, aşk... Erkek Atlası aslında bir aşk kitabı, üma hicivli bir aşk kitabı diyeyim, Özlemce konuşayım.

  • Stand-up gösterisini de sen mi yapacaksın?

Onun başka böyle bir atışabileceğim bir kişi ile olması gerekiyor. Karşılıklı platform olabilecek gibi bir şey olursa daha iyi... 'İlham Veren Konuşmalar' vardı. Geçen yıl orada, Ayşe Arman'dan sonra bir konuşma yaptım ben. İyi bir deneyimdi. Eksiğimi de gördüm. Yapabileceğimi de anladım. Ama eksik çok önemli. Çünkü sen de ben de biliyoruz; televizyonda olmak, radyodan konuşmak gibi değil bu iş. Direkt performans göstermek apayrı bir şey. Ben tiyatroya ilk çıktığımda da acayip heyecanlanmıştım. Nazım Hikmet'te anlamamıştım ama Uğur Mumcu'daki sahnede bi de ben çok öndeyim. Ve de ben başlatıyordum oyunu. Perde açıldığında yemin ediyorum çok heyacanlandım.

  • Sen niye hiç durduğun yerde duramıyorsun Ayşe. Bakıyorum, dünyanın bir ucundasın, bakıyorum tiyatro yapıyorsun, sonra bakıyorum kitap yazmışsın?

Çocukluktan kalma bir durum. Bu arada bana diyene bak! Sen gündelik üretiyorsun. Gündelik üreten insanlar belli zaman sonra içi boşalıyormuş gibi hissediyor biliyorsun.

  • Hem de nasıl. İçim kurudu!

Ama öyle... Gündelik yayına çıkan, gündelik yazı yazan insanlara hayranım mesela ben de...

Bursa Kız Lisesi'ne Gidip Aşkı Anlatmak İstiyorum!

"Oraya (Her ikimizin de mezun olduğu okul olan Bursa Kız Lisesi'ne) gidip, "çocuklar bu prototip kadının ötesinde başka kadınlar da var. Bir sürü hayat var. O bir sürü hayatta ayakta durabilen kadınlar var ve bunların hepsi Türk! Aşk da prototip değil! Bütün aşklar evlilikle bitmek zorunda değil, yaşadığın 2 aylık bir şey bile, aşık olduğun adamla o pencerenin önünden geçerken kuracağın göz temasın bile bir zenginliktir. Bunu evliliğe götürmek için adama yapışıp kendi değerini düşürme çocuğum!" demek istiyorum. Biliyor musun, hayattaki en büyük pişmanlığım kendi değerimi sonradan anlamak oldu."

 

  • Kitabını nasıl, nerelerde bulacağız?

D&R'da da satılacak, pek çok kitapçıda da satılacak, arabamın bagajında da olacak. Bu arada,  kitabın Amerika'daki geliri 'Kanserle Dans Derneği' adında, arkadaşımın kurduğu bir derneğe gidecek. Türkiye'deki satıştan elde ettiğim geliri de toparlayıp o derneğe verebilirim belki. Ve bir de, kitap çıktıktan sonra Bursa Kız Lisesi'ne gidip, aşkı kızlara anlatmak istiyorum.

  • Okulun şu anki haliyle, mevcut Müdire Hanım'a rağmen gidip, aşkı anlatabileceğine mi inanıyorsun?

Evet ya... Zor tabii... Çok isterdim aslında.

  • Ben de bunu yapabilmeni çok isterdim.

Aslında aşkı anlatmak değil de, oraya gidip, "çocuklar bu prototip kadının ötesinde başka kadınlar da var. Bir sürü hayat var. O bir sürü hayatta ayakta durabilen kadınlar var ve bunların hepsi Türk! Aşk da prototip değil! Bütün aşklar evlilikle bitmek zorunda değil, yaşadığın 2 aylık bir şey bile, aşık olduğun adamla o pencerenin önünden geçerken kuracağın göz temasın bile bir zenginliktir. Bunu evliliğe götürmek için adama yapışıp kendi değerini düşürme çocuğum!" demek istiyorum. Biliyor musun, hayattaki en büyük pişmanlığım kendi değerimi sonradan anlamak oldu.

  • Kadınların böyle hazin bir huyu var!

İşte Batı'da kıskandığım şey bu! Onlar kendi değerlerinin idrakindeler. Sorbonne'dan mezun klinik psikolog bir arkadaşım var. Dedi ki, "Türkiye'de 1960'larda, 70'lerde yapılan kişisel testlerde görmüş ki, (Sorbonne dünya üzerinde uygulanan kişilik testleri hazırlamış) bizde narsistik karakter yokmuş. 2000'li yıllarda yapılan testlerde narsistik karakter patlaması olduğu görülmüş. Çünkü artık insanlar çocuklarını "bir tanesin, prensessin" diye büyütüyor. Okula gidip, bin tane prensesle karşılaşınca da "haydaaaa!!!" Annem bana hep kelebeğim derdi. "Kelebek gibi oldun ya da kelebeğim benim" derdi. Bir gün gelip demişim ki, "sokakta kimse bana kelebek demiyor, sen niye bana kelebek diyorsun?" 2000'li yıllarla birlikte gerçekten önemli bir geçiş süreci yaşanıyor.  

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.